Jessica Jones – Bir İstismar Alegorisi

Aylar süren bekleyiş ardından nihayet Marvel’in yeni Netflix dizisi Jessica Jones gösterime girdi ve elimde not defterimle aynı gün başladığım maratonu tamamladım. Kafamda iyice oturması için ayırdığım sürenin sonuna gelince de bu yazıyı yazmaya koyuldum, ama biraz yoğun bir döneme denk geldiği için hayli gecikti. Neyse artık, “Geç olsun, güç olmasın” diyerek başlayalım:

Unbreakable Sendromu

Öncelikle belirtmek istediğim şeyler var: Bence süper kahraman konulu dizileri incelerken Daredevil öncesi ve sonrası olarak incelemek gerekiyor. Zira 2015 Nisan ayında yine Netflix’ten yayınlanan Daredevil, beklentilerimizi çok yukarılara çekti. Açıkçası bunun bir yan etkisi olarak da izleyicinin Daredevil’da gördüğü ve beğendiği her şeyi Jessica Jones’tan bekleme eğilimi olacağını tahmin ediyordum. Bu konuda ben de pek istisna sayılmam.

Beklenti kurbanı olan her harika yapımın ardından ben (Temsili) - Unbreakable (2000)

Beklenti kurbanı olan her harika yapımın ardından ben (Temsili) – Unbreakable (2000)

Hatırlayan hatırlar; 1999’da M. Night Shyamalan’ın Sixth Sense’ini izledikten bir yıl sonra, 2000’de gösterime giren ve bence gelmiş geçmiş en iyi süper kahraman konulu film olan Unbreakable’ın başına her ne geldiyse, Jessica Jones’un da başına benzer şeyler gelebilir. Diyeceğim o ki; insanlara kulak asmayın ve bunun Daredevil’le aynı evrende geçen, fakat bambaşka bir hikaye olduğunu göz önüne alarak izleyin. Aksi takdirde güzelim diziyi beklenti tanrılarına kurban verebilirsiniz!

Bir “Buzdolabındaki Kadın” Olarak Jessica Jones

Aylar önce seri duyurulup bilgileri internete düşmeye başladığında ilk olarak yazarının kim olacağına bakmıştım. Ne de olsa Jessica Jones, bir “Buzdolabındaki Kadınlar” (Women in Refregirators) sendromu örneğiydi ve eğer serinin yazarı erkek olacaksa, o projenin başarılı olma şansı daha hiçbir şey ortada yokken bile bana göre sıfırın altındaydı! Neyse ki serinin yaratıcısı ve yazarı olarak Melissa Rosenberg ismini görünce rahat bir nefes almıştım (En azından bir kaç saniyeliğine).

Serinin yazarı Melissa Rosenberg ve Jessica Jones'ı canlandıran Krysten Ritter

Serinin yazarı Melissa Rosenberg ve Jessica Jones’ı canlandıran Krysten Ritter

Ancak kadının portfolyosuna bakıp Twilight’ları görünce omuzlarımın düştüğünü çok net hatırlıyorum. Evet, Melissa Rosenberg tüm Twilight filmlerinin senaristi (Kitabın yazarıyla karıştırmayın, o başka). Tam “Eyvahlar olsun! Jessica Jones’u Mary Sue yapacaklar!” diye saçlarımı yolmaya başlamadan önce neyse ki Rosenberg’in aynı zamanda hem 1995-99 arası yayınlanan Hercules: The Legendary Journey, hem de Dexter’ın yazarı olduğunu öğrenince yüreğime su serpildi.

Yani serinin yazarı boş değil, peki sonuç nasıl olmuş? Devam edelim:

Genel Bir Bakış

Jenerik müziğine kulak kabarttığımda, dizinin yapım sürecinin nasıl ele alındığıyla ilgili kafamda bazı fikirler oluşmadı değil. Düpedüz jazz diyebileceğimiz bir bass yürüyüşüyle başlayan müzik, 2001-2004 yılları arasında Marvel’in yetişkinlere yönelik yayınları için kullandığı alt kuruluşu MAX Comics etiketiyle 28 sayı olarak yayınlanan, başrolünde Jessica Jones’un olduğu Alias adlı çizgi romandaki atmosferi temel alacağının garantisini veriyordu. Bunun yanında parçanın 40’ıncı saniyesinden itibaren baskın olmaya başlayan progressive esintiler de dizinin Marvel’in başarıyla inşa etmeye devam ettiği Netflix dizilerinde kullandığı farklı yaklaşımı temsil ediyordu. Ayrıca jenerikte kullanılan renk oyunları da Jessica Jones’un alkolizm etkisi altındaki hayat görüşüne bir gönderme olacağını düşündürüyordu. Pekala… Hepi topu bir jeneriğe çok mu anlam yükledim sizce? Huyum kurusun!

Jessica Jones, neredeyse tüm önemli karakterleri kadın olan ve gelişen olaylara tamamen kadın perspektiften bakan bir yapım. Erkek karakterler genelde olayları sorun haline getirmek için oradalar. Bunun kendi adıma harika bir karar olduğunu düşünmem bir yana, para kazanmakla mükellef bir yapım için oldukça riskli bir girişim olduğunu düşünmeden edemiyorum. “Neden?” derseniz; öncelikle bunun bir Marvel dizisi olduğunu ve demografik veriye baktığımızda her ne kadar Marvel Sinematik Evreni (MCU) sayesinde biraz artış göstermiş olsalar da, süper kahraman türü yapımların kadınlar tarafından erkekler kadar takip edilmediğini görebiliyoruz (Hemen itiraz etmeyin “takip etmek” diyorum, “izlemek” değil). Dolayısıyla “Heyoo! Süper kahraman dizisi izleyeceğiz!” diye ekran başına geçen, çoğu erkek ve muhtemelen birkaç saat öncesinde Flash ya da Arrow bölümü izlemiş olan kitlenin Jessica Jones’a burun kıvırma ihtimali çok yüksek.

Yorumlar