Enginlik Serisi’ne Giriş – Leviathan Uyanıyor

Bir sürü uzay operası izledik, okuduk. Birçoğunda gelecek, fantastik bir sürü olayla süsleniyordu. Farklı ırklar, aşırı gelişmiş teknoloji ve bu teknolojiyle üretilmiş silahlar vs vs. Birçok bilimkurgu yazarının günümüz hakkında fikirleri ve yazıları varsa da, bunlardan çok azı gerçek hale gelebildi. Hayal ettiğimiz geleceğe ise çok büyük bir hızla yaklaşıyoruz, sanal gerçeklik ciddi bir boyut kazandı, sağlık alanında sürekli yenilikler ve robot teknolojisinde gerçekleşen devrimler… Bunlar buz dağının görünen kısmı. Bir de elbet görünmeyen kısmı var. Hiçbir araştırma ve geliştirme birimi yeni buldukları teknolojiyi kamuoyuyla paylaşmaz. Bu yeni üretilen bilgi o ArGe birimi hangi şirkete aitse onun elinde kalır, bekler ve satar. Bizler her gün büyüyen bilimsel bilginin sadece çok çok az bir kısmına ulaşabiliyoruz. Bu bilgiler o şirketler veya hükumetlerin elinde.  Bu korkunç gerçek ileride karşımıza nasıl çıkar bilinmez. Birçok distopya veya bilimkurgu eserinin temel taşlarından birisidir bu korku. Tıpkı Fight Club’da geçtiği gibi, ileride Apple gezegeni, Microsoft Uzay İmparatorluğu görürsek şaşmayalım. Tamam biraz abartmış olabilirim. Ancak özel yatırımın elinde olan bilimsel bilgi beni her zaman için korkutur.

Enginlik Serisi, bu korkudan arınmış ve insanların Güneş Sistemini kolonileştirmesinden sonraki dönemi konu alıyor. Mars, Ay, Asteroit Kuşağı ve birçok bölge kolonileştirilmiş. Şehirler, istasyonlar kurulmuş. Oksijenin olmadığı ortamlara oksijen sağlanmış… Dünya mı? Dünya’ya bir şey olmamış elbet. İçinde yaşayan 30 milyar insanla birlikte galaksinin en büyük gezegeni ünvanını elinde taşıyor. Kim mi yönetiyor Dünya’yı? Yo hayır, bu defa Amerika değil, Birleşmiş Milletler yönetiyor. Koloni kontrollerini Dünya değil, her koloniye ait farklı hükümetler sağlıyor. Yani Mars, hatta Asteroid Kuşakları’nın (Kitaptaki adıyla sadece Kuşak) her istasyonu bile birer hükumete sahip. Yazar her ne kadar tasarladığı geleceğin siyasi yapılanması hakkında net şeyleri bu kitapta sunmasa da, hakim olan görüş Liberalizm gibi duruyor. Polis kuvvetleri özel şirketlerin kontratlı askerleri aracılığıyla oluyor vs vs… James S. A. Corey’in tasarladığı bu gelecek hakkında o kadar çok şey konuşabilirim ki, ama sizlerde merak unsuru uyandırmasını istiyorum. Kitap sadece bu gelecek tasarımından ilham almak için bile okunur.

Daniel Abraham (Sol) ve Ty Franck

Daniel Abraham (Sol) ve Ty Franck

Yazar mı? Yazarlar mı?

Kitabın kapağındaki yazı her ne kadar yazarın James S.A. Corey olduğunu söylese de, bu isim iki kişinin ortak bir mahlası. Daniel Abraham ve Ty Franck kitabı yazarken ortak bir isim kullanmayı tercih etmişler. Kitabın yazım sürecinde bu ikilinin net bir şekilde etkilendiği yazar ise George R. R. Martin. Bunun sebebinin Ty Franck’in George R. R. Martin ile birlikte çalışması olduğunu düşünüyorum. Kitabı incelerseniz George R. R. Martin’in yazdığı gibi, karakterler üzerinden ilerleyen bir hikaye göreceksiniz (Umarım George gibi ileride “dikkat dağınıklığı” yaşamazlar). Daniel Abraham ise 1996 yılından bu yana bilimkurgu alanında ürünler veren bir yazar. Ayrıca James S.A. Corey ikilisi Leviathan Uyanıyor’la 2012 yılında “Hugo En İyi Roman” ve “Locus En İyi Bilimkurgu Romanı” gibi çok önemli ödüllere aday oldular.

Kitap Hakkında Birkaç Kelam Daha

Enginlik Serisi’nin 1. Kitabı Leviathan Uyanıyor sadece bir bilimkurgu değil, aynı zamanda yoğun bir uzay operası (space opera) hatta epey polisiye unsurları da taşıyor. Zorlarsak gerilim bile deriz. Ama çok zorlamayalım. İçinde birden çok konuyu, duyguyu barındıran bir kitap olduğu kesin. Özellikle Amos’un kurduğu cümlelere bol bol tebessüm ettiğimi söyleyebilirim. Ancak eleştirmek gerekirse kitabın karakterler üzerinden hikaye döndürmesini sevsem de bir karakterin bölümünü 7-10 sayfa arasında yazdıkları için kendimi bazen masa tenisi maçı izliyormuş gibi hissettim. 500 sayfalık kitabı tam olarak 55 bölümde bitirmişler. Bundan ben epey rahatsız oldum. Tam olayın akışına hazırlanırken hop birden Miller’a, sonra hop Holden’a geçiyordum. Tabii bu kitabın gidişatını etkileyen bir faktör olsa da, benim gözümde kitabın en büyük eksisi bu. Okurken yazara kızıp “Ya bir dur yerinde!” dediğimi de hatırlıyorum.

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar