Horla ve Karanlık Öyküler: Maupassant Okumaya Başlamak İçin En Doğru Kitap

Klasik kitaplar hakkında bir şeyler yazmak sanırım güncel eserler hakkında fikir beyan etmekten bir derece daha zorlayıcı. En azından benim için. Sebebi uzun yıllardır edebiyat literatüründe yer almalarından kaynaklanan aşina olma durumu. Hangi klasik esere el atarsanız atın insanlık mirasının bir parçası olmaları, belli bir akımın ve/ve ya yaklaşımın ilk örnekleri olmaları hakkında konuşmayı biraz daha zorlu hale getiriyor. Giriş taksimi bu alanda bir yazı olacağını yeterince belli ediyor. Lafı daha fazla dolaştırmadan Guy de Maupassant’ın en sevilen -korku- öykülerinin bir araya getirildiği Horla ve Karanlık Öyküler’den bahsetmeye başlayabilirim.

Evvela şunu söylemek istiyorum; yazarın öykülerini sadece 10 – 11 yıl gibi kısa bir süre içerisinde kaleme aldığını okuduğum zaman ciddi anlamda şaşırdım. Kırk üç yıllık yaşamının dörtte biri gibi bir süreden bahsediyorum. Ortaya çıkardığı eserlerin takdir edilesi bir üretkenlik eseri olduğunu anlamak için bu süre okura yeter de artar. Üç yüzün üzerinde öykünün yanı sıra tiyatro oyunları da yazdığını eklemekte fayda var. Söz konusu kitap içerisindeki öyküler başlığa yaraşır şekilde birbirinden karanlık, okurun tüylerini ayağa dikmeye meyilli. Hele ki Horla…

Zamanın Ötesinde

Kitabın en başında yazarın hayatı ile ilgili önemli olayların listelendiği bir kronoloji kısmı bulunuyor. Daha önce herhangi bir Maupassant öyküsü okumamış benim gibi okur için oldukça faydalı. Zira yaşadıklarının, hayatındaki dönüm noktalarının yazarlığına etkilerini görebilmek ve yazarı tanımak adına önemli. Örneğin yazarın sadece yaklaşık on sene kadar yazdığını söyledik. Hayatının son yıllarında yazdığını ve bu süre içerisinde uyuşturucu kullandığını okuyoruz. Öykülerinde de bu havanın sıkça hissedildiği aşikar. Okumaya ilk buradan başlamakta kesinlikle fayda var.

Yazarın öykülerini genellikle birinci kişi ağzından anlattığını görüyoruz. Kitabın başlangıcındaki Korku ismindeki ilk iki kısa öykü de aynen bu şekilde aktarılıyor. İki öyküde de farklı yer ve zamanlardaki iki karakterin hayatlarındaki en büyük korkuları dile getirmelerine şehitlik ediyoruz. Anlıyoruz ki korku öyle bir şey ki, kişiyi tam manası ile çaresiz bırakıyor. Bu yönüyle ölümle eş değer. Ancak şöyle bir handikap var; birinde ölürsün ve biter, sonrası yoktur senin için. Lakin korku, bireyin duyularına hitap eder. Onları ele geçirir ve kelimenin tam anlamıyla içine işler. Karakterlerin korkularını kendi ağızlarından dinlerken insanın kendi korktuğu şeyler aklına geliyor…

Kitabı okudukça, Maupassant’ın zamanın ötesinde bir yazarlık örneği sergilediğini düşünüyorum. Şimdilik sadece korku ve benzer türlere ait yazdıklarının bir kısmını okudum. Ancak yaşadığı dönem ve hayatı göz önüne alındığı zaman anlatım olarak fark yarattığını görüyoruz. Olay anlatısı türüne kendi ismini vermesinin başlıca sebebi okura bunu en iyi şekilde aksettirmesinden ileri geliyor. Örneğin Hayalet adlı öykü. Eski bir dostu ile karşılaşan kahramanımız ricası üzerine bir emanet almak üzerine eskiden ikamet ettiği eve doğru yola çıkar. Ancak gittiğine pişman olması uzun sürmez…

Cereyan eden olay epi topu on sayfa sürüyor. Ancak yazarın olayı aktarma biçimi okurun kendisini hadisenin bizzat içinde hissetmesini sağlıyor. Bunda az evvel bahsettiğim birinci kişi anlatımı en çok göze çarpan nokta. Bir olayın okur tarafından empati kurularak yaşanması, kabullenilmesi ve kendisini karakterin yerine koyabilmesi için çok doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Metinde yer alan -im, -ım vb. birinci kişi ekleri öyküyü bambaşka bir şekle sokuyor.

Horla ve Karanlık Öyküler

Yazar Guy de Maupassant

Horla Ve Diğerleri

Kitaba ismini veren Horla adlı hikayeden bahsetmemek yazara karşı saygısızlık olur diye düşünüyorum. Zira yazarın isminin en çok tanımasını sağlayan öykülerden biridir. Sadece bu kitap için değil okuduğum korku öyküleri arasında en iyilerden birisiydi. Hikaye sessiz sakin bir hayat yaşayan karakterimizin günlüklerinden bize ulaşıyor. Özenle tuttuğu bu günlüklerde başta mutlu mesut olan hayatı olduğunu görüyoruz. Lakin çok geçmeden söz konusu huzur ve mutluluk yerini korku dolu günlere bırakıyor. Bir çeşit fenomen, bütün hayatını alt üst edecek şekilde musallat olur. Öyle ki gündüz vakti herhangi bir sorun yokken geceleri kabus tam anlamıyla yanı başında belirir. Günler geçtikçe hayat iyice zindan olmaya başlar. Aynı odayı aynı evi paylaşırlar. Horla, hayatın her anını zindana çevirirken adamımız çözüm için her şeyini vermeye hazırdır…

Horla’yı bu kadar iyi yapan yaşanan olayların aktarımı. Şöyle ki; günlük şeklinde okuduğumuz öykü aşama aşama ilerliyor. Adamımızın günlük yaşadıklarını okuyoruz. Olayın başlangıcına, gelişimine ve finaline aşama aşama tanıklık ediyoruz. Sindire sindire dedikleri şekil. Dönemi içerisinde yazılanları geçtim şimdiye kadar ki okuduğum korku ve tuhaf kurgu türündeki öyküler arasında özel bir yeri oldu diyebilirim. Horla’nın kendisi, isimlendirilmesi ve karakterin içinde bulunduğu durum kesinlikle görülmeye değer.

Yalnızlık Korkusu Gibi Bir Şey

Kitap içerisinde bir diğer favorim de Han -bazı kitaplarda Otel ismiyle yer alıyor- adlı öykü. Nispeten kısa bir öykü olduğunu söyleyebilirim. İşlediği konuya gelecek olursak hizmet ettikleri ailenin etrafı aman vermez dağlarla çevrili hanlarında kışı geçirmek için kalan iki adamın başına gelenleri anlatıyor. Öykünün dikkat edilecek kısmı yalnızlığa bağlı psikolojik bir sorunu konu ediniyor oluşu. Hiç mi böyle öykü yok var tabi. Ama buradaki yalnızlık hiç olmadığı kadar zor ve gergin bir yalnızlık.

İki adam bütün kışı karla kaplı dağların ortasındaki bu handa geçireceklerdir. Ancak bir süre sonra içinde bulundukları “huzurlu” ortam yerini gerilim dolu anlara bırakır. Kitabın genelinin aksine yaşananları üçüncü kişi ağzından dinliyoruz. Yalnızlık ve ona bağlı huzursuzluk sanırım insanoğlunun toplum olmasındaki en önemli etkenlerden bir tanesi. Ekonomik faydasını bir kenara bıraktığımız zaman bireyin akıl sağlığı içinde etrafında insanlara ihtiyacı var. Keza bu fikri merkeze alan filmlerde bol bol gördüğümüzü söyleyebiliriz.

En Nihayetinde

Öykü yazarlığı konusunda başarı sözcüğüyle yan yana anılan bir isim Maupassant. Olay anlatısı konusundaki başarısı ve anlattıklarıyla deneyimlemeye değer. Okuduğum bu kitap içerisinde zaten Horla ve Han öyküleri en beğendiklerim. Bunların dışında Hayalet, Korku -ikisi de-, gibi öyküleri de gayet keyifle okudum. Kitapta bilimkurgu türü ile de yakın temasta olan öykülerin de yer aldığını görüyoruz. Marslı ve Manyetizma bunlardan iki tanesi.

Genelde -Doğu Yücel’inde dediği gibi- okul müfredatlarında yer alan Maupassant okumanın ne yaşı ne de öğrenim kurumu var. Her yaşa ve her okuyucuya hitap ettiğini söylemek klişe olacak ama doğru. Özellikle korku ve benzeri türdeki anlatıları sevenleri okuduğum bu baskıya davet ediyorum. İthaki Yayınları’nın dünya klasikleri dizisi altında şık bir kapakla bizlerle buluşturduğu kitaptan bahsediyorum. Genellikle kısa olan öyküler hem rahat okunuyor hem de tadı damakta kalıyor.

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar