Alev Saçlı Bir Deli Kızın Öyküsü: Brave
Kaderinizi değiştirme şansınız olsaydı, onu kullanır mıydınız?
Kuzey İskoçya kırsallarının alev saçlı, ateş yürekli, cesur prensesi Merida bu sorusuyla hepimize, insan yaşamındaki en büyük ikilemlerden birini sorgulatıyor. İnsanın önceden belirlenmiş bir yaşam çizgisi var mıdır, öylece bir senaryonun içine itilmiş midir, yoksa rolünde değişiklikler yapabilme yetkisine sahip midir? Yaşama tutkuyla asılmak ve yazgının yakasına yapışıp hayattan arzu ettiği şeyi istemek insanın ideallerine ulaşması için yeterli midir? Cesur olmak, sınırları zorlamak, yapılamayacak olanı yapmak ve düşünülemeyecek olanı düşünmek hangi kapıları açar bizlere?
Pixar Stüdyoları’nın enfes yapımı Brave (Cesur) bizleri alışılmadık bir prensesle tanıştırıyor. İskoçya’da Dunbroch Klanı’na mensup Prenses Merida, bir türlü şekle şemale girmeyen saçları, minik ve sevimli çilleri, ele avuca sığmaz karakteri ve inanılmaz okçuluk becerileriyle onu tanıyan herkesi kendine hayran bırakıyor. Her şeyden önce, prensi olmayan bir prenses Merida ve özgür bir ruh, hayatta özgürlüğünden başka hiçbir şeye – bir erkeğin aşkına bile – ihtiyaç duymaması, alışıldık masal prensesi kavramımızı alt üst ediyor. Attığını vuruyor, tuttuğunu yakalıyor, ulaşılmaz denene ulaşıyor; kısacası aklımızı alıyor.
Hikâye, babası Kral Fergus’un minik kızına doğum gününde bir ok hediye etmesiyle başlar. Bu hediye Kraliçe Elinor’u pek sevindirmez, çünkü o minik bir kızın, dahası minik bir prensesin böyle bir oyuncağı olmaması gerektiğini düşünmektedir. Ancak küçük Merida hediyesini görünce çok sevinir ve denemelere girişir. Birden fırlayıp ormanın derinliklerine giden okunun peşinden koştuğunda, burada küçük ışık parıltıları görür. Geri döndüğündeyse, Mor’du adında devasa bir ayı üzerlerine saldırır ve kendisi annesiyle birlikte kaçarken babası yaratıkla savaşarak tek bacağını kaybeder.
Merida büyüyüp genç bir kız olduğunda, geleneklere aşırı bağlı annesiyle çatışmaya başlar. Atına binip rüzgârla yarışmak ve oklarıyla yayını yanına alıp dağlara taşlara tırmanmak hâlâ hayatta yapmaktan en çok zevk aldığı şeylerdir. Annesinin tüm uyarılarına karşın, bir prenses gibi davranmak, şık giyinmek ve evlenmek gibi niyetleri yoktur. Ateş kırmızısı bukleleri bile herhangi bir örtünün ya da tacın altına girmeyi reddetmektedir. Ancak yüzyıllardır süregelen birtakım gelenekler vardır ve krallığın selameti için bunlara uyulmalı, kurallar bir şekilde uygulanmalıdır: Merida’nın üç klandan birinin liderinin oğluyla evlenmesi gerekmektedir.
Merida elbette bu kararı coşkuyla karşılamaz, ancak yapacak fazla bir şeyi de yoktur. Birbirinden renkli karakterlere sahip klan üyelerinin cümbüşünde, bütün klanların liderlerinin en büyük erkek çocuklarından oluşan taliplileri arasında bir müsabaka düzenlenir. Bu müsabakanın hangi alanda yapılacağı Merida tarafından belirlenir: Elbette okçuluk. Bu sırada kendisi de, mensup olduğu klanın en büyük çocuğu (kendisinden başka dünya tatlısı, kırmızı kafalı üç erkek kardeş de vardır) olarak alana adımını atar ve taliplilerine kafa tutar. İşte Merida böylesine zapt edilmez bir karakterdir ve kendine güveninin boşuna olmadığını oracıkta herkese ispat eder.
Ancak Merida’nın bu davranışları, çok sevdiği annesini başından beri rahatsız etmektedir. Merida, annesinin değişmesini çok istemektedir ve bunun için her şeyini vermeye razıdır. Derken, günün birinde yine kendisini ormanın derinliklerinde, aynı ışık kümelerinin arasında bulur ve minik, yaramaz küreler onu küçük bir kulübeye doğru yönlendirir. Merida burada karşılaştığı bir cadıdan annesi için bir büyü yapmasını ister. Acaba anlatılageldiği üzere, bu küçük ışık huzmelerinin insanı kaderinin değişimine götürdüğü doğru mudur? Bir tutam sihir ve bir parça cesaret insanın hayatında neleri değiştirebilir?
Nedendir bilinmez, Cesur’un bende diğer Pixar animasyonlarına kıyasla çok daha büyük bir yeri var. İskoçya kırsallarının, her biri özenle yaratılmış karakterlerin (özellikle klan liderlerinin ve birbirinden ilginç tiplere sahip oğullarının ve dahi Merida’nın babası Kral Fergus’un) ve İskoç aksanının katkısı elbette çok büyük ama beni esas içine alan şey bunların hepsi olduğu gibi, hiçbiri olmayabilir de. Elbette diğer birçok insanı da benim gibi etkilemiş olacak ki, film aynı sene hem Akademi Ödülü’nü, hem Altın Küre’yi, hem de BAFTA’yı alma başarısını göstermiş. Ama biraz daha derinlemesine düşününce, beni asıl etkileyen şeyin yine bir Disney yapımı olan Brother Bear’ın (Ayı Kardeş) aklıma düşürdükleri olabileceğini fark ettim. Daha doğrusu küçücük bir sinema salonunda dünya tatlısı, küçücük öz kardeşle seyredilen harika bir filmin anısı. Nedense insanlarla ayılar arasındaki duygusal ve ruhsal yakınlık beni hep etkilemiştir ve bunun değişmediğini Cesur’la bir kez daha fark etmiş oldum.
“Kaderimiz bizim içimizdedir,” diyor Merida. “Bunu görebilmek için sadece cesur olmak gerekiyor.” Biraz cesaret, bir parça sihir Merida’nın kaderini değiştirdi. “Cesaret var da sihir nerede?” dediğinizi duyar gibiyim. Sihir içinizde, sadece biz ona daha yaygın haliyle “inanç” diyoruz.
İyi seyirler.