Castlevania III: Dracula’dan Geriye Ne Kaldı?

Castlevania’nın Netflix yapımı çizgi dizisi, ya da belki de Anime’si demeliyim, ilk çıktığında baya heyecanlanmıştık. İçeriğinde Dracula olan her işi, kötü de olsa izlerim, ne de olsa geçmişten gelen iyi işlere saygımız var. Hali hazırda, Vampir mitosuna olan düşkünlüğüm de cabası. İlk iki sezon muazzamdı. Hali hazırda nasıl sonlanacağını bildiğiniz bir hikayeyi, yine de severek izlersiniz ya, hah işte öyle bir şey. Esas olay, Castlevania’nın gelecek olan yeni sezonuyla ilgiliydi. Ana hikayeden sonra gerçekleşecek olaylar bizi ne kadar tatmin edecekti? Ya da sırf tutuldu diye devam etmek istenilen her hikayede olduğu gibi berbat mı olacaktı?

Kısaca fikrimi belirtiyorum; Üçüncü sezon, belki de Castlevania’nın en iyi sezonuydu! Gel gelelim, neden böyleydi?

Dikkat ediniz, Spoiler içerecektir. Yer yer spoiler vermeye kaçındığım yerler olsa da, yazıda spoiler yok diyemem.

Dracula’dan Sonra Dünya

Castlevania evrenine baktığımız zaman, dünyanın her daim berbat bir yer olduğunu, her seferinde görüyoruz. Vampirlerin de normal insanları neden hakir gördüğünü ve besi hayvanı olarak almak isteme nedenleri, sadece insanların kötü niyetli ve bencil varlıklar olmalarından öte; sefil, cahil ve acınası durumda olmaları aslında. Gördüğümüz her şehir ve köydeki halkın tutumu berbat. Çoğu zaman da ana karakterlerimizin ucube olarak görüldüklerine şahit olduğumuz birçok kısım var.

Eh, Dracula’nın dünyayı tam anlamıyla yok etmesini haklı çıkarmak adına sürekli gözümüzün önüne getiriliyordu bu durum. Sezonun ilk kısmında, olaylar küçük bir kasabada başlıyor. Bilirsiniz, çok güçlü karakterler bir yerden sonra küçük gizemleri çözerken, sıkıcı bir ortam oluşur ve hikaye tatsızlaşabilir. Sypha ve Trevor da dördüncü duvarı yıkmışçasına içlerinde bulundukları bu maceradan pek tat almayacaklarını bize bol bol hissettiriyorlar. Ekibin üçüncü üyesi Alucard ise tam da şu anda bizlerin yaptığı gibi izole bir şekilde babasından kalan şatoda delirmemeye çalışmakta. Bu noktada; “Wilson” göndermesi oldukça güzeldi.

Dizideki “Esas” karakterlerden çok, Castlevania 3 tam anlamıyla, bize göre; “Kötü” karakterler diyebileceğimiz karakterlere odaklanmış durumda. Zaten bu sezonu en çok sevmemin nedeni buydu. Gelin bu eski ve yeni karakterlere bir göz atalım.

Kız Kardeşler Bir Arada, Erkek Kardeşler Uzakta

Carmilla’nın Hector’la birlikte kız kardeşlerinin bulunduğu kaleye gelirler. Avusturya’da bir yerlerde olsa da, kalenin ismini bulamadım. Bu noktada Carmilla’nın, Dracula’nın konseyine hiç katılmayan kız kardeşlerini görüyoruz. Buradaki dört kız kardeş, diğer Dracula eserlerinde gördüğümüz, bir zamanların gelinleri diyebiliriz. Her birinin kendince bir meziyeti var. Carmilla liderleri, Striga orduların komutanı, Morana ise diplomatları. Lenore, en küçük kız kardeş ise dizinin vampir tarafında en sık gördüğümüz ve belki de insanların en sevdiği üçüncü sezon karakteri oldu diyebiliriz.

Hector’un Forgemaster güçlerini kullanarak, Carmilla’nın arzuladığı orduların, sadakat sorununu çözmesindeki yöntem de oldukça güzeldi. Dizide birçok güçlü kadın karakter görsek de, Lenore’u ilk bölümlerde bize hiç bu şekilde sunmadılar ve hemen takip eden diğer bölümlerde, Lenore adeta surata atılan bir tokat misali bir gösteriyle bize cevap verdi. Dizide en etkileyici bulduğum sahnelerden bazılarıydı Lenore’un olduğu sahneler.

Bir başka yanda ise uzak diyarlara gidiyoruz. Orta avrupanın da ötesinde bir dünyayı Isaac ile keşfediyoruz. Dracula’nın belki de öz oğlundan bile çok sevdiği bir karakterdi Isaac. Başlangıçta bana çok yavan geldiğini itiraf etmem gerek. Dracula, Isaac’i hayatını kurtarmak için geldiği çöllere geri gönderdikten sonra, Isaac gibi davasına körü körüne bağlı birinin neler yapacağını çok merak ediyordum. Üçüncü sezon bize bunu uzun uzun gösterdiği çok memnunum. Zira bu sezonun en ön plandaki karakterlerinden bir diğeri de Isaac.

Trevor ve Sypha tuhaf gizemli olayların gerçekleştiği bir alman kasabası olan Lindenfield’ta, yeni yeni örgütlenen bir kültü araştırırken, hikayeye yeni dahil olan bir karakterle karşılaşıyoruz; Saint Germain. Kendisi için bir karakter çıkarımı yapmak gerekirse; araştırmacı bir ozan diyebiliriz. Henüz bilmesek de; kendi başına bir hikayesi olan karakterlerden biri ve son ana kadar elini hiç açık etmiyor. Trevor ve Sypha, içerisinde nelerin yaşandığı bilinmeyen kiliseye yaklaşamazken, Saint Germain bizlere bu kilisenin içerisinde yaşanan çarpık olayları gösteren karakter konumunda.

Kilise Kendisine Yeni Bir İsa Yaratıyor

Lindenfield’ta insanlar şeytanlardan daha çirkin bir hâl almaya başlıyorlar. Kült, kilisenin içine sığınan bir iblisi çarmıha gererek, kanıyla ritüeller gerçekleştirip, cehenneme bir geçit açmaya çalışarak Dracula’yı bulmak amacındalar. Nasıl oldu da, bu hale gelindi kısaca açıklasalar da bana pek tatmin edici gelmedi. Fakat Dracula’nın, onlara tanrının bahşetmediği bir güç ve hali hazırda gidecekleri cehennemde iyi bir yer vereceği inancındalar. Bu noktayı, okuma yazma bilmeyen başrahibin bağnazlığına verdim.

Bu noktadan sonra, dizideki o basit kasaba görüntüsündeki Lindenfield bir anda bambaşka bir cehennem halini alıyor.

Lindenfield’ın yargıcı, kasabasını bu yeni oluşan kültten kurtarmaya çalışırken, Trevor ve Sypha’dan yardım alıyor. Lakin işler göründüğü gibi mi? Yeterince spoiler verdim fakat bu küçük gizemi bilerek es geçiyorum. Neler olduğunu izleyerek görmeniz daha iyi olacaktır. Bu tarz küçük ve basit spoiler’lar, ana hikayedeki major spoiler’lardan daha önemli ve keyifli geliyor bana.

Dizi bize sürekli insanların içindeki kötüyü, farkına varmadan yaptıkları ya da doğru olduğunu düşünerek gerçekleştirdiği bencillikleri sürekli gösteriyor demiştim. Gerçek şu ki, Castlevania’yı sevmemin en büyük nedenlerinden biri de bu. Hiç kimse iyi değil, gerçek manada iyilik timsali hiçbir karakter yok. Kendini haklı çıkarmaya çalışan kimse yok. İnsanlar ya farkında olmadan, cehaletlerinden bir kötülüğe hizmet ediyor ya da kötülük yaptıklarını bilmelerine rağmen, yapmak zorunda oldukları şeyi yapıyorlar. Bu konuda dramatize edilen hiçbir nokta yok. Bu kadar uçarı olayların yaşandığı bir yapımda, hikayenin bu gerçekçi kısımları belki de seyirciyi yakalayan en önemli noktalardan biri.

Şeytanlardan Ahlâk Öğreniyoruz

Gel gelelim, şeytanlardan aldığımız ahlâk dersine; Belki de üçüncü sezonu dizinin en iyi sezonu yapan sahne bu bana göre. Sonunda olayları bir iblisin perspektifinden görebiliyoruz. Forgemaster’ların yarattıkları iblislerin tamamının yeterli miktarda zeki fakat kendilerine ait bir bakış açıları olmadığını düşünüyordum. En azından bize gösterilen buydu. Bu sezonda işler değişiyor. Isaac’ın yolculuğunda, bir gece vakti yalnızlıktan sıkılıp, konuşabilme yetisi olan bir iblisle ateşin başında yaptığı konuşmada çok can alıcı anekdotlar var.

“-I was a Philosopher.
-And this was a thing that sent you to hell?
-I lived as a man during a time when the empire that ruled Athens. Changed its religion and laws. I believed philosophy to be the study of the systems of the world and our purpose in it. And yet discussion of the nature of the divine became a crime.”

Bakın bu kısım çok önemli. Velev ki, Castlevania izlemiyorsanız bile bu sahneyi izlemenizi tavsiye ederim. Bir zamanlar Atina’da filozof olan bu iblis; yaşadığı hayatı, ölümü ve cehennemde uyanışını anlatırken, arka planda pür dikkat onu dinleyen bütün iblisler adına konuşuyor sanki. Forgemaster’lar tarafından uyandırılsın ya da uyandırılmasın, cehennemde var olan bütün iblisler bir zamanlar dünyada yaşayan sıradan insanlar değil miydi?

Tüm sezonu bırakıp sadece bu üç dakikalık kısım için bile bir yazı yazabilirdim.

Dördüncü Sezonda Neler Olabilir?

Yeterince spoiler verdiğim göz önünde bulundurulursa, gelin bundan sonra neler olabilir, bunlara bakalım. Bu yazıda üçüncü sezonda neler olduğundan ziyade, dördüncü sezonda neler olabileceğine bakmak istiyordum aslında. Eflâk’ın Dracula’nın gidişinin ardından boş kaldığı gerçeği hala ortada, bu sezon tarafların hazırlanma sürecini görmüştük.

İki Forgemaster tarafından kontrol edilen ordular Eflâk için savaşacaklar, burası kesin. Beklediğinden daha büyük bir orduya sahip olan Isaac mi? Yoksa vampir güçleriyle birlikte yeni iblisler yaratacak olan Hector mu(!) kazanacak bunu bilemiyoruz. Ben genel bir kıyım olabilir ya da iblisler Forgemaster’ların etkisinden kurtulup, olayı bambaşka bir boyuta taşıyabilir diye düşünüyorum. Zira, kilise üyelerini kontrolü altına alan iblis’in etkisini bu sezon gördük.

Alucard’ın bu hikayede her şeyden uzakta kalıp, Dracula’nın ölümünden önce acı çeken başka kişilerle karşılaştığını ve onlardan başka öyküler, başka vampirler duyduğunu gördük. Olaylar uzak doğuya doğru genişleyebilir ama bu olacaksa da, gelirse şayet beşinci sezona sarkar diye düşünmekteyim. Fakat, Alucard asıl olaylara ne zaman dahil olacak, bu da merak konusu.

Trevor ve Sypha bu sezonda yalnızca Lindenfield’ta kalıp, küçük bir kasabada yaşanan olayları çözdüler ve yaklaşan fırtınadan bir haber durumdalar. Umarım, düzgün bir bağlantıyla ana hikayeye dahil olurlar. Trevor’un sezon sonundaki tutumundan bir şeyler çıkarmalı mıydık? Yoksa tamamen olaylara bambaşka yerlerden mi dahil olacaklar? Ya da Saint Germain’in gelişiyle hikaye başka yerlere mi sürüklenecek?

Sizlerin de, bu konuyla ilgili düşüncelerinizi, yorumlarda görmek isterim.

Yorumlar