Death Note – Yazdım Seni Kara Kaplıya!

Death Note’un çok ciddi bir ifade tonu sıkıntısı var, derdini anlatmasına da köstek oluyor bu sıkıntı zaten.  Sağdan soldan, bir tutam da bundan olsun şeklince düşünceler ve temalar yamalı bohçaya çevirmiş hikayeyi.  Aslında işlemek istediği konu çok net görünüyor, suç işleyenlere karşı kısasa kısas (Hammurabi Kanunları – göze göz, dişe diş) uygulama gücü olsa birinde, bu bizi huzur ve barış dolu bir Dünya’ya götürür mü? Suç işlemiş olanları öldürsek bu ahlaki olur mu? Bu fikir üzerinde çalışmak için oldukça güzel doğrusu, özellikle adalet sistemlerine inancımızın iyice azaldığı günümüz dünyasında fenalık yapanların başına fena şeylerin gelmesini arzulamak garip gelmiyor. Ama Death Note maalesef iyi irdelemiyor bu konuyu, ne anlatacağını sürekli karıştırıyor gibi görünüyor.

Çizgi dizinin açılışından ve dizide olan bitenlerden bir örnek vereyim meramımı anlatmak için: Giriş kısmında (şarkı sözlerine filan hiç girmiyorum) Hristiyan jargonunu kullanarak günah işleme teması giriyor bağıra bağıra; yasak elmalar, vitraylar, Adem’in yaratılışı, nefsine hakim olamayarak karanlığa düşme filan gırla gidiyor, bir noktada sahneye bir papaz girse ve bağıra bağıra şeytan çıkarsa şaşırmazsınız o derece… Sonra hikaye başlıyor ve içinde bu temaya dair sağda solda arada görünen haçlar ve Shinigami’nin elma yemekten hoşlanması dışında hiçbir şey yok.  Shinigami zaten japon kültürüne has bir varlık, Death Note’un hikayesini işleyişinde Hristiyan sembolizmi üzerinden bir anlatım yok, e bu ne biçim jenerik o zaman? Bu tip tutarsızlıklar çizgi dizi boyunca karşımıza çıkıyor maalesef.

Light sık sık yakayı ele vermenin köşesinden dönüyor. Ee peki istemiyor muyuz zaten Light’ın yakalanmasını? Katil bir insan kendisi zira… Death Note’un ümit vaat edip, sözünü pekte tutamadığı kısımlarından biri bu, ahlaki pusulasının ne yönde olacağına karar veremiyor. Suç işleyenlere karşı Hammurabi yaklaşımını öğütlemiyor gibi duruyor ama Light’ı bize sevdirmek için uğraşıyor da. Öte yandan L de tüm garipliklerine karşın çabuk ısındığınız bir karakter, bu hikayenin kahramanı kim, kim kazansın, kim kaybetsin isteniyor bir hayli ortada kalıyor. “Ne güzel işte katmanları olan, çok açılı nefis bir kurgu yapmışlar daha ne istiyorsun??” demeyin, öyle bir kalite yok, daha çok kararsızlık ve havada kalma var. Death Note’un tamamında neredeyse hiçbir karakter gelişimi olmadığı için de bu konuda bocalama gittikçe artıyor. Light ilk bölümün sonunda Ölüm Defteri’ni kullanarak yeni bir dünya düzeni yaratma ve bu yeni düzenin tanrısı olma kararını alıyor ve 37 bölüm boyunca bir adım öteye gitmiyor.  Diğer karakterler de, gözlerinin önünde cereyan eden ahlaki soru işaretleri doğuran, doğaüstü ve büyük kısmı hayli travmatik olaylara rağmen, hikayeye girdiklerinden bir arpa boyu yol almadan çıkıyorlar, öykünün bu şekilde anlatılması beni dumura uğrattı resmen.

Death Note’un tonu ile ilgili bir diğer sıkıntı da comic relief (gerginliği azaltma amaçlı komedi unsurları diye çevirsek uygun olur herhalde) anlarında geliyor.  Shinigami’nin bu amaçla kullanıldığı anlar gerçekten berbat, komple dağıtıyor sizi, zaten de gizem unsuru olarak başlayan doğa üstü (ölüm getiren) varlığa bu rolün biçilmiş olması kendi içinde bir gariplik oluşturuyor.  Misa Amane karakteri tam bir hüsran, komedi unsuru mu, kifayetsiz cinsel obje mi, hikayenin önemli bir unsuru mu, ne idüğü belirsiz acayip bir şey olarak beliriyor karşımızda. Kendisinin anlatımıyla ilgili ton ise yine  darmadağınık,  sevsek mi, kızsak mı, üzülsek mi, hayran mı kalsak, avanaklığına şaşıp mı kalsak… Tam bir arap saçı…

Enteresan kancalar var aslında, mesela Light’ın babası soruşturmayı yöneten ekibin içindeki komiser. “Bir noktada babasını da öldürecek mi yahu?” sorusu ve bunun etrafında oluşan şüphe çizgi dizinin akışında iyi hamlelerin oynandığı bir alan olmuş.  Benzer şekilde, yakınlık kurduğu diğer araştırma ekibini de bir kalemde harcayacak mı, yoksa bir empati oluştu mu? Duraksar mı? tipi açmazları iyi kullanıyor. Buna karşılık Light’ın ve L’nin ne kadar da süper zekalı olduğunu suratımıza çarpmak için tasarladıkları oyunlar ve yaptıkları çıkarımlar, hele “hmmm şu çıkarımı yaparsa bu olur, ama ben zaten şöyle yapayım da bu çıkarımı yaptırayım, yaptırırmış gibi görünürken hoop ters köşeee!!” hakikaten doğaüstü seviyelere varıyor ve ilk birkaç seferden sonra cazibesini yitiriyor. Özellikle ikinci sezon çok zayıf, finali de pek tatmin etmiyor…

Sözün özü, Death Note iyi bir fikirden hareketle oldukça güçlü başlıyor, heyecanı bir süre ayakta tutuyor ve özellikle ilk sezonu süresince sizi kendine bağlıyor, sonrasında ise tökezleyip tökezleyip bitirme çizgisine biraz süklüm püklüm varıyor.  Bu anlamda “Anime’ye bununla başla zaten sonrası çorap söküğü gibi gelir!” önermesinin içini benim için tam dolduramadı. Buna karşılık mecraya inandım, güzel öyküler anlatılır bu yöntemle, “klasik” sayılan animelerden izlemeye devam edeceğim.

Yorumlar