Evrenin Kendisinden Bile Büyük Bir Yalnızlığın Hikayesi: Welcome to the NHK

Bir süredir Derdi Dram Olan Animeler yazı dizisiyle takip ettiğiniz yazı dizisine ben de harici bir takviye yapayım dedim. Aklıma ilk gelen örnek hiç şüphesiz Welcome to the NHK oldu. Bir süre önce yazısını yazdığım Flowers of Evil kadar vurucu bir yapıt olan bu yapım hem ondan farklı olarak orijinal materyalin önüne geçmeyi başaran nadir eserlerden, hem de yarı otobiyografik yönüyle yaşanmış olmasa da her en bir yerlerde yaşanıyor/yaşanabilecek olduğunu fazlasıyla hissettiriyor kanımca.

“Rüya ve Komplo…”

Satou Tatsuhiro, Tokyo’da tek başına yaşayan bir gençtir. Üniversitedeki ilk yılının başında, bir gün okula giderken etraftaki herkesin ona aşağılayarak baktığını ve kıs kıs güldüğünü düşünmüş. Bu baskıya dayanamayarak kendisini küçük apartman dairesine kapatmıştır. Bu olaydan sonra okulu bırakmış ve bir daha dışarı çıkmamıştır. Öyle ki geçimini bile sadece ailesinin gönderdiği parayla sağlamaktadır. Yani Japonya’da bilinen ismiyle bir “hikikomori”, kendi gibi tanıdıklarının tabiriyle de bir “NEET” olmuştur. Bu şekilde yaklaşık 3 sene geçirir. Bu süre zarfında devamsızlık nedeniyle üniversiteden uzaklaştırılır ve aşırı despresyondan adeta uyuşmuş bir ruh haline girer. Artık içinde bulunduğu bu durumdan nefret eden Satou, günün birinde ansızın bunun sorumlusunu da kendince keşfeder: NHK!

Japonya’nın en büyük televizyon kanallarından biri olan biri olan NHK’nin açılımının “Nihon Hikikomori Kyoukai” (Japon İçekapanık Birliği) olduğunu ve NHK’nın yayınladığı programlarla insanların hayatını kararttığını düşünmektedir. Satou, kendisi ve kendisi gibi olanları sonsuza kadar küçücük odalarında yaşayan bir hikikomori olmaya zorlayan bu şeytani kuruluşun planlarını bozmak için hayatını değiştirmeye ve öncelikle bir iş bulmayı düşünmeye başlar. Fakat tüm gün son sesi açıp bir bishoujo şarkısı dinleyen komşusunun kapısını çalmak için evinden dışarı çıkmak için yaptığı ilk denemesinde karşısına, teyzesiyle birlikte insanlara dini tebliğler dağıtan broşürler dağıtan genç bir kız çıkar.

Yanlış bir anlaşılmanın ardından Misaki ismindeki bu genç kız, Satou’nun bir hikikomori olduğunun farkına varır ve daha sonra ona bu durumdan kurtulmak için yardım etmeyi kapısının altından attığı bir mesajla teklif eder. Sorunundan utanan Satou ise, başta Misaki’yi kandırmaya düşünür. Uzun zamandır tek kişilik bir dünyada yaşayan Satou’nun hayatı, başta kendisini rehabilite etmeyi hedefleyen Misaki, ardından bir anime parçasını gün boyu son seste dinleyen yeni komşusunun, sonra da yıllardır görmediği sempai’si Hitomi’nin geri dönüşüyle değişmeye başlayacaktır. Satou, büyük şeytan NHK’ya karşı saldırıya geçmeye karar verirken aniden Misaki’nin “projesine” dahil olur, bir yandan da yan komşusu ve eski okul arkadaşı ile bir “eroge” (erotik içerikli görsel romanlara verilen genel ad) için senaryo yazmaya ve sonra da hayatında daha birçok büyük değişikliğe karar verir.

“Devrim Yapacağım!”

Hikaye depresyon tedavisi gören Tatsuhiko Takimoto adındaki bir NEET’in, psikiyatristinin ortak arkadaşı olan bir yazarı kendisiyle görüşmeye davet edilmesi ve onun da bu şekilde tedavi sürecinin bir parçası olarak yaşadıklarını yarı otobiyografik bir roman olarak yazmaya ikna edilmesiyle ortaya çıkmış bir gerçek bir hayat hikayesine dayanıyor. Karakter illüstrasyonlarını Serial Experiments Lain hayranlarının hatırlayacakları Yoshitoshi ABe’nin hazırladığı bu romanın kült olması üzerine önce Kendi Oiwa’nın çizdiği bir manga uyarlaması, ardından Yusuke Yamamoto’nun bir TV Anime’si ortaya çıkıyor. Bu yazıyı yazma sebebim de zaten daha başka birşey değil.

Seriyi tek başıma İstanbul’da yaşadığım ve aşırı depresyondan gece – gündüz algımı bile yitirdiğim bir süreçte, bir hafta sonu tesadüfen HDD’de indirdiklerimi rastgele kurcalarken karşılaştım. Konusuna dair hiçbir şey bilmeden izlemeye başladım ve ertesi gün bitirdim. Benim askerlik dönüş yılıma (2006) denk geldiğinden fark edememiştim ve ve bu zamana dek içeriğinden haberim olmamıştı. Açıkçası izlerken lanet ettim kendime… “Neden bu harika animeden bu kadar zaman haberim olmadan yaşamışım” diye? Zira karşımda şu yaşıma dek izlediğim tüm o anime serilerini geçin, tüm o okuduğum/izlediğim kurgusal (?) anlatıların içinde en zirvede duran şey duruyordu.

Öyle başarılı bir kurguydu ki, aslında gerçeğin kendisi olduğundan şüpheleniyordum. Karakterler öylesine canlı, öylesine olması gereken tepkiler veriyorlardı ki, hiç yaşanmamış ve yaşanmayacak tiplemeler olması imkansızdı. Ve espriler o kadar başarılıydı ki protagonist’in yaşadığı o syntax error durumlarının aynını hayatımın bir kısmında mutlaka yaşadığım için ekran karşısında acı acı sırıtıyordum. Karakterin kendi içinde bulunduğu durumdan hoşlanmıyor olsa da ve diğer insanlara onların kendisine yaptığından çok daha fazla empati yapsa bile kendi hayatsızlığının verdiği imajdan ötürü kendi hayatını değiştirememesi yada sosyalleşmeyi deneyememesi çarpıcı bir dille anlatılıyor. Dahası hikaye bir Japon gencin yaşadığı bir hikaye olsa da bunun lokal değil kapsayıcı bir dille anlatılması, sıkça karaktere empati yapmanıza sebep oluyor.

Kendi adıma iki yüzlü bir bıçak gibiydi bu seri. Aynı duruma ne olduğunu tam olarak anlayana dek kahkahalarla gülebiliyor, ya da elinizi alnınıza götürüp acı acı gülümsüyorsunuz. Diyebilirim ki, sizi işte böyle hem kahkahalarla hem acı acı güldüren, hem bilinçlendirip size bir şeyler katan, hem de sizi hayatın içinde bambaşka bir hayatı gösteren çok fazla yapım bulamazsınız.

Dahası beni bir iş bulmaya, insanlarla en azından sosyalleşmeyi denemeye motive etmesi açısından benim için önemli bir yapıttır.

“Bu Dünyada Komplolar Vardır”

Satou’nun, klişe bir abazan genç tiplemesi değil bir “tutunamayan” olması, depresyonla zalim gerçek dünyanın duvarları arasında çarpıp duran bir hikayeye sahip olması, onu anlamamızı hatta sahiplenmemizi ve onunla daha iyi empati kurmamızı sağlıyor. “Kaybeden” olmayı kof bir tanım olmaktan çıkarmayı ve sonuçlarını değil nedenlerini göstermeyi başarıyor bu seri.

Az ya da çok görünseler bile her karakterin ayrı bir hikayesi ve seriye kattıkları bir şeyler olduğunu göreceksiniz. Ben özellikle Hitomi (Satou’nun sempai’si) ile ilgili hikayeden etkilendim ve seri bittikten sonra onla ilgili her sahneyi yeniden izledim. Eğer sizin de -az ya da çok- Satou’ya benzer bir geçmişiniz olduysa ve en azından hayatınızın bir döneminde sosyal uyum problemleri yaşadıysanız, hayatınızın saniyelerle ölçülen bir kısmında gösterdiğiniz iradesizlik nedeniyle hala pişmansanız bu yan hikayenin bağlandığı her bölüm sizi ayrıca etkileyecektir. Ayrıca hikayenin tek bir temada geçmemesi de çok güzel bir artı. Değil, bölümler arası, bölüm içinde kullanılan temalar bile birbirini gerçek anlamda tekrarlamıyor.

“Ölecek Olsam, Bu Seni Üzer miydi?”

Eğer tıpkı Belye Nochi, Hearts in Atlantis, Breakfast Club yada KKNJ gibi insanın toplum içindeki yerini ve olgunlaşma sürecini sorgulayan bir “analiz” kurguları arıyorsanız Welcome to NHK, geçmişi andıkça daha iyi empati yapacağınız karakterleri ile bunu oldukça güzel yapıyor.

Yorumlar