Yalnız Adamın Savaşı: Knights of Sidonia

İnsanlığın Gauna adlı, belli bir forma sahip olmayan, hızla gelişip evrimleşebilen ve şekil değiştirebilen bir uzaylı ırkla ilk teması, milyarlarca kişinin hayatını kaybedeceği kaotik bir savaşla son bulur. Karşılaştıkları her silaha karşı kendilerini hızla geliştiren Gauna’lar yıkıcı güçlerini dünya üzerinde kullanır ve onu yok ederler. Fakat bu sırada insanlık zaten uzayda kolonileşmiştir ve Gauna’lar yıldız sistemine dağılmış kolonileri tek tek bulup yok ederken insanlık son umudu olarak dünyanın arka kalan parçalarından devasa koloni gemileri yaratır ve gelecekte Gauna’lara karşı hayatta kalabilmek için zaman kazanmaya çalışırlar. Ama bu sadece sonun başlangıcıdır. Zira Gauna’lar bu kez bu koloni gemilerinin peşine düşüp onları yok etmeye başlamıştır.

Bu olaylar olurken, elit ve dışarıya tamamen kapalı bir yönetici sınıf tarafından idare edilen koloni gemisi Sidonia, meçhul bir kadere ilerlemektedir. 3394 yılında 500 bin kişilik bir nüfusa sahip olan gemide yapılan genetik müdahale sonucu bitkilerdeki fotosentez sistemine benzer bir şekilde, yiyecek tüketmeden de hayatta kalabilen androjen bir ırk geliştirilmiş, klonlama olağan bir durum halini almış, tüm bireyler Sidonia’nın Gardes adlı dev savaş makinelerinden kurulu savunma ordusunun üyeleri olarak militarist bir sisteme göre eğitilip yönlendirilmeye başlamıştır. Öte yandan koloninin aşağı katmanlarında, henüz genetik müdaheleler başlamadan önce yerleşen insanlar bu süre zarfında yukarıdakilerle teması kaybetmiş ve nüfus zamanla tükenmiştir. Hayatta kalan tek kişi ise, büyükbabası Saito Hiroki’nin onu son anına dek Gardes simülasyonlarına sokarak büyüttüğü Nagate Tanikaze’dir.

Yiyeceği tükenen Nagate, kolonideki kuytu köşeleri araya araya yukarı bir çıkış bulur, fakat yiyecek bulmaya çalışırken yaralanır ve yakalanıp tartaklanır. Kaldırıldığı hastanede onun nüfusu tükenen eski koloniden birisi olduğu anlaşılır. Orada büyük babası Saito Hiroki’nin gençliğinde kullandığı ve koloniyi yok olmaktan kurtardığı için bir zafer örneği olarak saklanan Type-17 modeli bir Gardes olan “Tsugumori” ile karşılaşır ve gemi kaptanının yönlendirmesiyle pilotlar arasına katılır. Nagate daha kolonideki hayata tam olarak uyum sağlayamadan kendisini insanlığın son savaşı içerisinde bulur ve Gauna’lar ile Sidonia arasındaki bağlantıyla ilgili gerçeklerle yüzleşmek sorunda kalır.

Tsutomu Nihei, aslen ABD’de yıllarca mühendislik okuyan fakat daha sonra geri dönerek ülkesinde mangaka kariyerine başlayan ve 1998’de ilk eseri olarak kıyamet sonrası ve cyberpunk türünde bir başyapıt olarak değerlendirilen Blame!’in yaratıcısıdır. 2009’daki eseri olan Knights of Sidonia ise Nihei’nin space opera ve mecha türünü, bu türlere pek aşina olmayan bilimkurgusever kitlenin takdirini kazandıracak kadar başarılı şekilde sunan bir diğer başyapıtı olarak kabul ediliyor. 2014-2015 arasında, Polygon Pictures stüdyosunun Netflix ile yapılan ortak anlaşma sonucu ABD’de simültane olarak gösterilen iki sezonluk bir Anime adaptasyonuna da sahip olmuştur (Bu seri Netflix Türkiye üzerinden de izlenebilmektedir).

Knights of Sidonia, her şeyden önce bilimkurgu klasiklerine saygıda kusur etmeyen bir yapıya sahip. Koloni sakinlerinin giydiği nem yoğunlaştırıcı giysiler akla Frank Herbert’in Dune’unu getirirken androjen ırk Ursula K. Leguin’in Left Hand of Darkness’ini anımsatıyor. Benzer şekilde insanlığın son üyelerini taşıyan geminin aynı zamanda intergalaktik bir savaş gemisi olması Battlestar Galactica, Uchuu Senkan Yamato yada SDF Macross’u hatırlatırken Gardes’ler Nihei’nin çocukken tutkunu olduğu Mobile Suit Gundam serisine ait maketler üzerinde kafa yorması sonucu ortaya çıkmış. Benzer şekilde düşman ırk Gauna’ları Soukyuu no Fafner’in Festum’larına benzetmek mümkün. Bu birkaç örnek üzerinden görülebileceği üzere, aslında yapımın oldukça fazla ilham kaynağı var ve bu bir ihtimal okuyucunun/izleyicinin beklentilerini kısmasına sebep olabilecek gibi duruyor. Öte yandan okumaya/izlemeye başladığınızda kazın ayağının öyle olmadığını gösteriyor ve çok kısa sürede sizi adeta öykünün bir parçası haline getiren bir kurgu yaratmakta gecikmiyor. Bu sebeple bir oturuşta hikayeyi neredeyse yarılamak içten bile olmuyor.

Yaratılan kurgusal dünyayı en başta hikaye katmanları üzerinden ele alan Nihei, gerçekte bir koloni gemisinde savaş vermek üzere eğitim gören sayısız kişiden biri olsak nasıl bir hayat yaşardık sorusunu oldukça sık şekilde izleyicisine sorduruyor. İnsanların geçirdiği gerek genetik, gerekse sosyal değişimleri, eski insanlığın bir ferdi olarak Nagate’yi bir turnusol olarak kullarak veren yapım, aynı zamanda dramatik durumlar ve beklenmedik twist’ler kurgulayarak karanlık atmosferin her daim etkisinin korumasını sağlamış. Hemen hemen her durum hakkında oturup düşünence çok kolay şekilde bir gerekçeye bağlanabilecek şekilde somut bağlantılar görüyorsunuz ki, bu konunun gelişine yazılan bir kurgudan fazlası olduğunu kanıtlıyor.

90’ların sonundan günümüze doğru giderek artan şekilde tv animelerinde kullanıldığını gördüğümüz CGI tekniği burada 2D animasyonlar arasında geçişler yapmak üzere değil, mecha sahnelerindeki atmosferin, karakter kokpitten çıktığında da sürmesi ve anime karakterlerden ziyade gerçek karakterlerin canlandırdığı bir hikaye izliyormuşuz izlenimi yaratmak için bilinçli olarak girilmiş bir seçim olarak sürenin tamamını kapsamakta. Neyse ki, bu seçim sayesinde 2D ağırlıklı sahnelerden oluşan yapımların yakın zamanda çıkan birçok örneğinden olduğunun aksine, kalite düşüşleri ve rehavet hissi göze çarpmıyor.

Yorumlar