2014’ün En İyi Indie Oyunları!
Merhabalar! Yine ve yeniden “Ama listede bla bla ve de bla eksik!” isyanlarına gark olacak yepyeni bir derlemeyle karşınızdayız!
Malumunuz son bir kaç yıl içerisinde şaha kalkan indie piyasası, bu yıl ekstra güzel örneklerle, biz oyun severlerin yüzlerini güldürmeye devam etti. Bir tarafta oyunculara nostalji havası solutan, diğer tarafta da milyon dolarlık bütçelerini, banka hesaplarında tutamayan yapımcıların karşısına dikilecek nitelikte ürünler sunan bağımsız oyunlar, bu yıl da bizleri fazlasıyla meşgul ettiler.
Son tahlilde, insanı korkmaktan yorgun düşüren Outlast gibi örnekler (lütfen birileri çıkıp “Neden Outlast listede yok!” sorusunu sormasın, nitekim geçtiğimiz yıl hem korkmaktan hem de oyunu övmekten yeteri kadar bitap düştük!!!) bir tarafta RIOT gibisinden kalabalık fakat minimal indie güzellemeleri diğer tarafta sağlam bir kıskaca düşürdüler bizleri.
Elbette listede kendisine yer bulamayan, son derece sağlam indiecanlar da olmadı değil hani. Özellikle senenin son günlerinde karşımıza çıkan bağımsız yapımların da haklarının yendiğini düşünmesin kimse! Bir yüzüğün peşinde, koskoca bir sırra vakıf olduğumuz Randal’s Monday, yorucu ve sıkıcı oynanışını etkileyici bir atmosferle dengeleyen The Old City Leviathan, yılın en eğlenceli geyiklerinden biri olan Fist of Jesus, yılın en tartışılan oyunlarından biri halini alan Killer Is Dead, masalları kıskandıran şahane atmosferiyle pek de indie olmayan indie Child of Light, yılın en ayrıksı 2D platformu Capsized, kafa açıcı yapısıyla A Story About My Uncle, listede kendisine yer bulamayan fakat hakkının teslim edilmesi gereken ilk örnekler.
Peki liste dışında bu güzide yapımlar varken, listeye kimler girdi? İşte 2014 yılının en iyi 10 bağımsız oyunu sizlerle!
Vanishing of Ethan Carter
VOEC, yılın en beklenmedik sürprizlerinden biriydi. People Can Fly’ın eski elemanlarının bir araya gelerek kurdukları; The Astronauts şirketinin bu ilk oyunu, “korku – gerilim” müessesesine, daha varoluşçu bir cenahtan yaklaşıyordu. Adeta şiirsel güzellikteki Red Creek Valley’i adım adım arşınlarken, diğer taraftan da Ethan Carter’ın karıştığı cinayetin sırrına vakıf olmaya çalışıyorduk.
Paranormal olaylar dedektifi Paul Prospero’nun, doğaüstü yetenekleri ve keskin zekâsıyla, Carter cinayetinin ardındaki karanlık sırrı çözmeye çalıştığımız oyunun; ilk yarısına hakim olan dinginlik, finale doğru keskin bir dedektiflik öyküsüne ve oyuncuyu diken üzerinde tutan bir gerilim öyküsüne doğru evriliyordu. Vanishing of Ethan Carter; ekran başındaki oyuncuları sıçratmak için ucuz numaralara baş vurmadan da, dört başı mamur bir gerilim oyunu yapılabileceğine en somut kanıttı!
Transistor
Bastion’u sevmekle birlikte öyle aman aman rüzgarına kapılıp gittiğimi iddia edemem. Yine de lezzetli müzikleri ve lineer oynanışa renk katan eşsiz hikâye anlatımını eser miktarda övmeden Transistor’a el atmaya gönlüm el vermez.
Supergiant Games’in bu ikinci dalga oyunu, Bastion’ı çokça andırmakla birlikte, bu yıl karşımıza çıkan en eğlenceli platform – aksiyon kırması ünvanını kucaklamıştı. Bu sefer ana karakterimiz, post bilmemne bir gelecekte yaşayan, güzeller güzeli şarkıcı Red’di. Process adındaki bilgisayar programlarının, insanların yerine hüküm sürdükleri bir gelecekte vuku bulan öykümüz; dünyalar güzeli kızımız Red’in, Transistor adındaki efsanevi kılıç ile aldığı intikamı ekranlara taşıyor.
Renkli grafikleri, harika atmosferi ve yakında gelenekselleşeceğine inandığımız kulak pası gideren müzikleriyle Transistor; yılın en iyi bağımsızları listesine, hiç zorlanmadan kafalama daldı! Tabi Supergiant’ın bu yeni mahsulü, bir öncekinin neredeyse klonu olmak gibisinden bir handikaba sahip olsa da, hoş görü jokerimizi kullanmaktan çekinmedik.