Assassin’s Creed: Kendini Sorgulatan Suikastçi! – Bölüm 1
Dokunmayın Süleyman’ıma!
Epikler epiği karakterimiz Ezio, Konstantiniye’ye geldikten sonra olaylar örgüsü de baş gösterir. İkinci oyunda mucit kimliğini üstlenen Da Vinci’nin (ben tırı kullandım leonardo da vinci öheöheöheöhe!) yerini, Revelations’da “Hoşgeldin Floransalı” diyerek ağırlığını koyan Piri Reis almıştır. Onun ve birçok kişinin yardımı ile, Şehzade Süleyman’a kurulmuş komployu ortaya çıkartmaya çalışır ve başarılı oluruz.
Altair Mi, Prince Mi?
Şimdi yukarıda bu kadar özeti neden geçtim? Söyleyeyim; oyun dünyası’nın en nadide ve en özgün parçalarından biri, ticari kaygı yüzünden yalan olmaya başladı. İlk oyun aldığı karışık eleştiriler ile kafa karışıklığına yol açmıştı. Kimisi oyunu yere göğe sığdıramıyor, kimisi ise yerden yere vuruyordu. Olumlu eleştiri alan tek ortak nokta vardı; suikastçi olmak!
Fikir güzeldi fakat hem senaryonun içi boştu, hemde oynanış çok zordu. Özellikle PC oyuncuları için. Çünkü; herkes AC’yi selefi Prince Of Persia ile kıyaslamıştı. Daha çıkmadan, PoP’daki parkur mekanikleri çok daha kolaydı, sağ tuşa tıkladığınız takdirde bir uçmadığınız kalıyordu (Eleştiriyorum ama yanlış anlaşılmasın PoP serisinin çok büyük hastasıyımdır. Özellikle Two Thrones’un).
Ama AC’de bir kombo yapmanız için iki, hatta üç tuşa basmanız gerekiyordu. Assasin’s Creed’in Prince Of Persia ile karşılaştırılması bir nevi aleyhine oldu. Tamam ortada fizik ve motion capture adına çok daha kaliteli ve gerçekçi bir oyun vardı (bu yazdıklarım objektif gözlemdir, ilk oyun bence çöptü) ama diğer yanda, çıktığı senelerdeki baz alınan satış rakamlarının çok üstüne çıkmış bir oyun serisi vardı, bu yüzden ister istemez kıyaslandı.
PoP’un senaryosuda çok çok sağlam olmasa da, episode tadı verdiği için, yani senaryo devamlılığını sürdüyor oluşu, AC’den iyi görülüyordu. Anlayacağınız Altair’in kadersizliği daha ilk oyun olmasına rağmen, ortada kuzeni olan PoP dışında bir örneğinin bulunmamasıydı.
Ne Yaptın Be Ubi?
AC oyunları Da Vinci’den Borgia’lara kadar bir çok tarihi karakteri beraberinde getirmişti. Assasin’s Creed artık, resmen tarihi kendi senaryosuna göre manipüle ediyordu ve bu kesinlikle çok zevkli ve gerçekçiydi üstelik!
Altı doldurulmuş bir karakter de cabası! Ailesinin ölümünü izlemek zorunda kalmış, onların öcünü almak için giydiği kıyafetin ağırlığından bir haber, daha 19 yaşında bir genç. Üstelik bunlar başına gelmeden önce havai, çapkın, mahallenin yakışıklısı ve asisi olan Ezio Auditore Da Firenze.
AC:II’de Ezio’ya dair tek bir şey varsa o da; “Bir oyun karakteri çocukluktan olgunluğa nasıl evrilir?” dir. Ezio resmen sizin kontrolünüz ve önünüzde büyüyor, olgunlaşıyor, reis oluyor, yeri geliyor psikopat oluyor. Ama işte Ubisoft içinde rüya burada sona eriyor.
AC:II üçlemesi ile üç, hatta üç buçuk koca yıl geçiren Ubisoft, bu arada hiç yeni bir fikr-i mülk çıkarmadı neredeyse. Çünkü onlarda Activision gibi, her sene bir CoD mantığında, bir AC sloganını düstur bildiler.
Sonrasında sırası ile; Assassin’s Creed: III, Black Flag ve Unity gelir. Fakat herkesin fikri aynıdır; oynanış mükemmeldir fakat senaryonun içi boştur, bir Ezio yaratılamamıştır.
Peki bildiler de ne oldu? Haftaya da ona bakacağız…