Beyond: Two Souls – Ya Ruh İkiziniz Gerçekten Bir Ruh Olsaydı?
Olaylar bu şekilde arka arkaya sıralandığında buna tepki gösterenlere hak vermemek elde değil, ancak şunu da göz önünde bulundurmak gerekir ki, Jodie sıradan bir insan değil. Ve başına gelen hemen her olayda, Aiden ile müdahale etmezseniz ne kadar zarar görebileceğini de hepimiz biliyoruz. Yani tek başınayken saçma bir kuvvete sahip olmak gibi bir iddiası da yok. Aiden’ın gücünü saçma bulmak, bundan rahatsız olmak ise bambaşka bir konu ve oyunu bu şekilde eleştirmeyi Superman’in uçup kaçmasını saçma bularak eleştirmekle aynı görüyorum.
Okuduğum eleştiriler arasında en güzeli, yapımcıyı “Homeless”ı final bölümü yapmamakla suçlayan eleştiriydi. Bence de “The Mission”dan sonra gelebilecek en mantıklı ve en vurucu son budur. Hatta ve hatta bu sona, Homeless’da iki kere Jodie’nin elinden alınan yaşamını sonlandırma seçeneği bile dahil edilebilirdi.
Bahsettiğim kısımlar, evsizlerle birlikte kalınırken karşılaşılan o yüksek yerden atlama, ve yine burada takılırken yerde bulunan bıçakla kendini öldürmeye çalışma, Somali’de çatışmadan kaçarken kendini vurmaya teşebbüs sahneleri. Bu sahneler aynı zamanda oyunun dindar kesimden de en çok tepki çektiği yerlerden biri. Bir oyunda intiharın bir seçenek olarak sunulması insanları çok kızdırmış ve bunun kötü örnek olduğunu düşünenler çoğunlukta.
Ölümle ilgili bir başka hassas nokta ise ilginçtir ki Nathan’a karşı duyulan kin. Ya da daha doğrusu, Nathan yoluyla David Cage’e beslenen öfke. Ailesini kaybetmesinin ardından uzun bir süre ayakta kalabilmek için savaş verdiğini biliyoruz. Oyunun sonlarına geldiğimizde, Nathan daha fazla direnemiyor ve kederden kendini kaybediyor. Nathan’ın alternatif sonlarından bir tanesi, Black Sun bölümünde Jodie ile son kez yüzleştikten sonra, başka kimseye zarar vermeden kendini öldürmesi. Bunun hemen sonrasında onun ailesine kavuştuğunu ve bir kez daha, sevdiğimiz Nathan’a dönüştüğünü görüyoruz.
Eleştirilen nokta, Nathan’ın kendi hayatını sonlandırmasına rağmen ailesine kavuşup huzur bularak ödüllendirilmesi. Yine, bunun çok kötü bir örnek olduğu ve insanları pes etmeye özendirdiğini düşünenler var. Anlaşılan toplumun ölüme karşı hassasiyeti büyük ve David Cage’in böyle bir şeye “cesaret edebilmesini” kabul edemeyenler hiç de azınlıkta değil.
Beni rahatsız eden şey ise arka arkaya bu seçeneğin sunulmasına karşın, her seferinde oyuncunun kontrolü dışında Aiden’ın devreye girmesi, ve Jodie’yi bir şekilde kurtarması. Bu, oyun boyunca seçim tabanının yardımıyla kurulan interaktifliğe büyük zarar veriyor. Hikayenin sonu ellerinizde değil, ve bunun ilk hissedildiği noktalardan biri ise “Homeless.” Bir diğer nokta ise Nathan’ın öyle ya da böyle kaçınılmaz sonu.
Bu açıdan bakıldığında oyuncuya sunulan kararların etiklik kavramıyla sınırlandırılmaması, bir özgürlük ilizyonu yaratıyor olabilir. Çünkü dilediğinizce yakıp yıkabilirsiniz, ancak olayların gidişatı size değil, senaryoya bağlı. Ve verdiğiniz kararların çok azında hikayeyi değiştiren sonuçlar var. Ölüm kalım meseleleri bile, bir kaç cut-scene’i değiştirmekten öteye geçemiyor. Bu da yan karakterlerin önemini sorgulatıyor elbette.
Bu kadar eleştiriyi kendi adıma şu şekilde özetleyebilirim: oyunda iyi veya kötü olmakta özgürüz, ancak ne yaparsak yapalım asıl son değişmiyor veya çok az değişiyor, bu da inanılırlığı azaltıyor. Başlığa da gönderme yapacak olursak bence, Cage’in sahip olduğu şey tanrı kompleksi değil, kontrol manyaklığı.
Diyeceğim Odur ki..
Önceki kısımdaki eleştirilerime rağmen, Beyond: Two Souls’a kötü bir oyun demek aklımın ucundan bile geçmez. Senaryosu (sonlarını bu işin dışında tutuyorum) ayrı, müzikleri ayrı, grafikleri apayrı güzel. Uzun zamandan sonra ilk kez bu kadar boğazımı düğümleten sahnelerle de bu oyunda karşılaştım. Kesinlikle tavsiye edeceğim, hatta birden fazla kez oynanmasını şiddetle önerdiğim bir oyun.
Oynamış olanların senaryo ve kararlarla ilgili görüşlerini merakla bekliyorum!