Blasphemous – Günahlardan Arınmanın Elli Tonu
Metroidvania en favori alt türlerimdendir. Pixel art konusundaki sevdamı ise Kahramangiller müdavimleri iyi bilir. İşte bu yüzden, iki yıl önce ilk ekran görüntüleri paylaşıldığından beri Blasphemous takibimde. Çıkar çıkmaz da alıp oynadım; size de bir an önce bilgi vermek isterim ki, eğer size göre olduğunuzu düşünürseniz bu lezzetten mahrum kalmayın.
Öleceksin Bre Blasphemous!
Öncelikle; ekran görüntüleri de bir fikir verecektir ama lütfen girip Blasphemous’a dair bir kaç video izleyin. Zira oyunun asıl görsel güzelliği animasyonlarında yatıyor. Kelime anlamı “kafir” olan Blasphemous’da, inançları uğruna hiç bir cezayı çekmekten ve hiç bir vahşetten kaçınmayan Tövbekar’ı kontrol ediyoruz. Son derece grotesk bir konu ve görsellik bizi bekliyor; hani o Diablo serisinde karşılaştığımız halüsinatif, manyak karakterler var ya, bu oyunda onlardan biriyiz işte. Enfes müzikler ve iddialı seslendirmeler de bağımsız bir oyun için fazlasıyla tatmin edici.
Oyuna geldiğimizde ise, Blashphemous, klasik bir Metroidvania. Dövüş ağırlıklı seyri ile de daha ziyade Castlevania serisini andırıyor. Yani kocaman bir dünyada ilerliyor, hem dövüş, hem de hareket yeteneklerimizi sürekli geliştiriyoruz. Arada gidemediğimiz bölümler oluyor; bu bölümlere hareket kabiliyetimizi artırdıktan sonra dönüp (harita ve ışınlanma özelliklerinin de yardımıyla) oralardan ilerleyebiliyoruz.
Tövbe De!
Ancak Blasphemous oyununun dövüşleri de, bölüm tasarımları da sıradan bir Metroidvania’ya göre oldukça acımasız ve zor. Öyle ki, dövüşleri acımasızlığıyla meşhur Souls serisine benzetenler olmuş, haksız da değiller. Zira üç farklı savuşturma metodunu tam yerinde ve zamanında kullanmazsanız bolca öleceksiniz. Canınız da bir kaç vuruştan fazlasına dayanmıyor. İşin platform kısmında ise sizi tek seferde ölümle tanıştıran, uçurum ve diken gibi öğeler işi zorlaştırıyor. Neyse ki Souls serisinin aksine kayıt noktaları bol olduğu için ölüm o kadar da üzmüyor. Bir nevi Hollow Knight ya da Salt and Sanctuary ayarında bir oynanış var ama çok daha ciddi bir atmosferde.
Blasphemous’un bölüm tasarımları genel olarak vasatın çok üzerinde değil. Sizi zorlayan kısımlarda, daha önceki Metroidvanialarda görmediğim bir yenilik yok. Bolca da güzel bir arka plan üzerinde yürüdüğünüz sekanslar var. Zaten bu aralar bu tip oyunlarda dümdüz yürüdüğünüz, harika görsellikli ama sonuçta yürümekten ibaret sahneler giderek arttı, bakınız Gris. Ama Blasphemous oynanışının asıl parladığı nokta boss dövüşleri. Bolca kaçmanız gereken saldırısı olan bossları, Souls vari oyunlardaki gibi açık yakaladığınızda vurup kaçmaya devam ediyorsunuz. Oldukça zorlayıcı olan boss sekanslarını, biraz Titan Souls ya da Hyper Light Drifter’a benzettim. Görsel tasarımlarıyla da akılda kalıcı olan bu boss bölümlerinden tam on adet yer alıyor ki bu çok sağlam bir rakam.
Hafazanallah!
Metroidvaniaların olmazsa olmazı karakter gelişimi de oldukça çeşitli. Habire topladığınız objeler, pek çok yetenek ve silah modifikasyonuna izin veriyor ve bunların kontrolü de başarınızda oldukça önemli rol oynuyor. Kendi içerisinde minik minik hikayeleri de olan bu objelerin, elbette pek çoğu gizli alanlarda bulunuyor.
Blasphemous’un bence en negatif yanı, Castlevania tipi dövüş ağırlıklı oyunlarda da karşılaştığımız kontrol kabızlığı. Özetle yaptığınız bir hareketin animasyonu bitmeden bir diğerine geçemiyorsunuz. Örneğin kılıç sallama butonunu spamliyorsunuz ama ani bir saldırdan kaçmanız lazım, ancak son kılıç sallamanızın bitmesini beklemeniz gerekiyor, bu da genellikle çok geç oluyor. Bu yüzden oyun esnasında butonlara basarken özenli davranmanız gerekiyor. Benim oyuna bu anlamda alışmam biraz zaman aldı. Ama alıştıktan sonra, oyunun “zor olmak için zor” olmadığının farkına varıyorsunuz.
Yani şunu demek istiyorum; Souls tipi oyunlar affedici değildir ama hata yapmazsanız da, oyun sizi yok yere öldürmez. İşte Blashpemous da böyle bir oyun, yok yere öldüğünüz, gıcık bir oyun değil. Hatta iyice alıştıktan sonra kolay hale geliyor bile denebilir. Yani yine ölüyorsunuz ama en son save noktasından gelip konuyu çözüyorsunuz. Karşılaştırmak gerekirse Dead Cells‘teki gibi (ki aslında çok kolay bir oyundur) hasbel kader öldüğünüzde saatler kaybetmiyorsunuz.
Sonuç olarak Blasphemous, parasını rahatça hakeden, oynanış anlamında muazzam bir yenilik ya da mükemmeliyet sunmamakla birlikte, içerdiği görsellik, öykü ve atmosferle eşsiz olmayı başarabilen bir oyun. Uzunluğu ve çeşitliliği de göz doyuran cinsten. Biraz zorlayıcı bir oyuna hayır demeyenlerdenseniz, mutlaka denemelisiniz.