Çilekeş Bir New Yorklu- Max Payne
A Cold Day in Hell
İkinci Bölümde işin rengi biraz değişiyor, kasıntı ifadeli sevgili karakterimize başka bir mafya lideri tarafından bir iş teklifi geliyor. Kaçak silah sevkiyatı yapan gemiyi ele geçirmesiyle kendisine gereken yardımın yapılacağı sözünü alan Max payne çaresizce bu ortaklığı kabul eder. Payne gemiyi ele geçirip istediği silah yardımını alır. Yardıma rağmen doğrudan valkyr ticareti yapan liderin evine saldıracak gücü olmadığından, onu tuzağa düşürmek için bir restorana çağırır ancak ava giden avlanır misali o içeri girer girmez restoran yanmaya başlar, benim panik dolu dakikalarım ise tam da bu noktada başlıyor.
Yangınlardan daima korkan benim elim ayağım dolaştı. Alevler yayıldıkça ay kapıyı mı kırsam, ay şurada mı beklesem, ay yoksa şurada mı beklesem diye defalarca öldüm. Meğer odanın kenarında bir koridor varmış, neyse… Restorandan çıkınca yardım ettiği mafya onu valkyr ticareti yapan mafyanın evine bırakır, vuhuv, işte burada Max Payne pek çok adam var öldürecek. Bütün korumaları öldürüp liderin olduğu odaya girince ondan öğreniyorsun ki; valkyr ticaretinde o da sadece bir araç. O sırada bom bom bom! Siyah takım elbiseli adamlar gelip mafya liderini hemence öldürüveriyor, içeri giren bir kadın ise çilekeş karakterimiz Max Payne’e ölmesi için yüksek dozda valkyr veriyor ve ikinci bölüm de burada bitiyor.
A Bit Closer to Heaven
Tabii ki bizim sevgili karakterimiz Max Payne ölmez ( o ölürse oyun biter) ve üçüncü bölüm başlar. Bu bölümde Max Payne aslında demir üretiyormuş gibi görünen ancak valkyr üretilen bir tesise gider. Payne’in orada olduğu anlaşılınca alarm verilir ve fabrika kendini imha etmeye başlar. Payne buradaki bilgisayarlardan birinden valkyrin aslında askeri bir deney olduğunu, askerleri daha cesur daha vahşi kılmak için valkyr üretilmeye başlandığını ama başarılı olmayınca projeden vazgeçildiğini öğrenir. Ancak her zaman olduğu gibi bir grup bilim insanı ısrarla valkyr üstünde çalışmaya devam etmiştir (neden böyle manyaklar var ki?) ve bu kişilerin başındaki her kimse onun bu işin ticaretini de o kişi yapmaktadır.
Bu grubun başında da Max Payne’e aşırı doz veren şu kadın vardır. Fabrikadan kurtulunca bir otoparkta arkadaşı ile buluşmaya giden Payne tabii ki ihanete uğrar, buradaki bütün adamları öldürdükten sonra çalan telefona cevap veren Payne bir malikaneye davet edilir. Gittiğinde ise öğreniriz ki bu kişi meğerse bir senatördür ve eğer Payne tüm bu valkyr işine son verebilirse hakkındaki tüm suçlamalar düşürülecektir. Kendisine sunulan bu fırsatı değerlendirip aklanmak istenen Payne, ona yüksek doz veren ruh hastası teyzenin fabrikasına gider. Pek çok korumayı geçip çatı katına ulaştığında ise kadının helikopter ile kaçmaya çalıştığını görür. Burada bozuk gözlerimle üstün nişan yeteneğimi kullanarak helikopterin tepesine dev bir paratoner düşürdüm ve sevgili Max Payne yüzündeki garip ifadeyi birazcık yumuşatarak polislere teslim oldu.
Mutlu son sevdalısı bir insan olarak oldukça memnun bitirdiğimi itiraf etmeliyim. Genel olarak oyuna son bir bakış attığımda ise rahatlıkla diyebiliyorum ki, akılda kalan güzel bir senaryosu vardı. Öyle ki oynarken beni izleyen küçük kardeşimi oyunlarında bazen Max Payne kurtarıyor hâlâ. Dönemindeki ilk sinematikler, çizgi roman havasındaki sahneler ve seslendirmeleriyle bana göre bilgisayar oyunları bağlamında kilometre taşlarından ve bu yüzden de “İlgileniyorum ben” diyenlerin oynaması gereken oyunlardan biri.