Değişmeyen Savaşlar 4.5: Çıkışından Bir Sene Sonra Siege of Dragonspear Oynamak
Eski Dostum Ek Paketle Gelmiş
İlk olarak yaşadığım bir sıkıntıyla söze başlayayım; Beamdog’un 2016’da oyun severlere sunduğu eklenti paketi “Siege of Dragonspear” hakkında internette çok az kaynağa ulaşabildim. Bu kısıtlı kaynaklarda da işime yarar materyal o kadar azdı ki yaşadığım hüzün, oyuna duyduğum heyecanın ötesine geçti. Baldur’s Gate severler olarak bu kadar mı yaşlandık? Artık kimsenin önemsemediği bir antik savaşın büyüsüne mi kapılıp kaybolduk? PC oyunculuğunun mahallede unutulup giden Kore gazisi yaşlı amcası mı oluverdik? Yerli kaynaklardaki yoksunluk kederi daha da büyütür cinsten. Öte yandan Siege of Dragonspear da üzerindeki ölü toprağını savurabilecek, piyasanın tüm gözlerini üzerine odaklatıp gündemi belirleyecek bir yapım değil. Bu kudreti yıllar öncenin grafik motoruyla bize seslenen bir oyundan beklemek zaten hayalperestlik olurdu.
Lakin hayal kurmadan da RYO oynanmaz ki…
Siege of Dragonspear oyuncusunda çok farklı hisler yaratan bir yapım. Bir yanıyla dolu dolu Baldur’s Gate, coşkun bir unutulmuş diyar hikayesi, serinin tutkunlarının başka tutkunlara armağanı. ancak bir de işin öte yanı var, o kısımda ise sanki sadece Baldur’s Gate’in adının ve grafik motorunun kullanıldığı, bambaşka, sistemi çok da anlamamış bir iş var. İki duyguyu da bir arada barındırmayı nasıl başarmışlar, insan hayret ediyor.
Yine, Yeniden, İlk Günkü Gibi “Winter is Coming”
Biraz hikayeden bahsedelim. İlk Baldur’s Gate’in hikayesinin tamamlanışının ardından birkaç hafta geçmiştir. Şehrin kurtarıcısı olarak kadim zindanlarda kardeşimiz Saverok’un son müritlerini yakalamaya çalışarak kısmi bir “tutorial” görevini yerine getiririz. Asıl meselemiz ise kuzeyden gelen yeni bir tehlikedir. Caelar Agent (namı diğer “Parıldayan Leydi”) isimli bir general takipçileriyle şehrin kapılarına doğru ilerlemektedir. Şehrimizin güvenliğini sağlamak ve bu ansızın beliren akının sebebini öğrenmek için Flaming Fist askerleri ile kuzeye doğru yola çıkarız. Çatı hikaye olarak bu kuzeyli akına karşı koyma sürecimiz anlatılırken ara kısımlarda bizi Baldur’s Gate 2’ye bağlanacak ögeler kendini gösterir.
Siege of Dragonsiege’in hikaye açısından çok da konuşulacak özel bir tarafı yok. Piyasadaki herhangi bir RYO için iyi, Baldur’s Gate külliyatının standartları için ise vasatı geçemeyen bir maceramız var. Kulağa biraz nostaljinin büyüsünde kaybolmak gibi gelebilir, ancak ilk oyunun barındırdığı komplo ve entrikalardan sonra bu kadar düz bir hikaye ile karşılaşmak insanı ister istemez düş kırıklığına uğratıyor.
Oyunun asıl sıkıntılı kısmı ise barındırdığı çizgisellikte yatıyor. Hikaye kadar oynanış olarak da iki Baldur’s Gate arasında bir yerde duran Sege of Dragonspear ilk oyunda bize yaşattığı sandbox-vari özgürlüğün yerini geniş ama limitli birkaç harita ile dolduruyor. Bu haritalar teker teker değerlendirildiğinde kalite dolu tasarımlar, ancak hikaye bize bu haritalarda tekrar tekrar gezinme şansı tanımıyor. Belli olaylar gerçekleşir gerçekleşmez bohçalarımızı toplayıp hep daha kuzeye, Dragonspear Kalesi’nin kapısına doğru ilerlemek zorundayız. Herhangi bir eşya almak için kasabaya dönme, en iyi tüccarların mekanlarını akılda tutma durumu bile yok, tüm NPC’ler en fazla on dakikalık mesafede, bizimle birlikte seyahat eden ordu kampında hazır bekliyor. Beamdog’un buradaki kolaycılığı üzücü. İlk Baldur’s Gate’in boş ve çok bir şeye hizmet etmeyen haritalarının bolluğu aşikardı, ancak serüvenin keyifli bir kısmı da buralarda istediğimiz gibi gezinebilmemizden kaynaklanıyordu. İkinci oyunda getirilen kısıtlamalar bile daha organik, oyuncunun hareket kabiliyetini Siege of Dagonspear kadar kısmayan türdendi.
Maceraya Çıkmak İstiyorsan Grubunu Toplayacaksın
Bir diğer sıkıntılı kısım ise Beamdog’un Baldur’s Gate’de zayıf bıraktığı hikaye boşluğunu yoğun çatışmayla kapatmaya çalışması. İlginç bir şekilde Siege of Dragonspear’da her fırsatta ekranı bolca karakter ile doldurma ve yeri geldiğinde bunları çatışmaya sokma takıntısı var. Bu durum yirmi yıllık bir motorun hala güçlü olduğunu ve epik sahneler de kotarabileceğini gösterme çabası gibi okunabilir. Belki de bu yeni eklentiyi (ve de eskisini) kapsamlı RPG sistemi üzerinden değil de istenirse “rahat akan” bir aksiyon olarak pazarlama derdi de hakim gelmiş olabilir. Beamdog’un Enhanced Edition için tasarladığı bir diğer oyun modu olan Black Pits bu ikinci fikri destekleyen bir çalışma. Sıkıntı, ilk Baldur’s Gate’in yoğun çatışmaya uygun olmayan bir seviye aralığında geçmesi ve Siege of Dragonspear’ın da kendini ilk oyunun biraz ötesine, ikinci oyundan önceki bir zaman aralığında tamamlanmaya limitlemesi. Keşke bu pakette kendimizi tüm Sword Coast’un kaderini etkileyecek iddiada bir savaşta değil de daha küçük çaplı ama zekice yazılmış bir maceralar serisinde bulsaydık. İlk oyunun 1999 tarihli Tales of Sword Coast tam da bu talebi karşılayan bir yapımdı, bazı haritaların tasarımındaki incelik bugün bile konuşulur.
Tüm bu olumsuz yorumların aslında iflah olmaz bir hayranın kılı kırk yarmasından kaynaklandığını da belirteyim. Beamdog’un yapmaya çalıştığı şey tüm eksileri faturadan düşüldüğünde gene ışıltılı ve güçlü bir iş. Eski oyunlara güncel içerik son yıllarda karşımıza çıkan ancak çok karşılık görmeyen bir uygulama. Postal 2’ye on bir yıl sonra yapılan Paradise Lost ek paketi her nostaljinin günümüze taşınamayacağının göstergesiydi. Bazı şeyler ne kadar zorlasanız da güncelle dokuyu tutturamıyor. Siege of Dragonspear ise bunun aksi yönde, son raddede işini iyi kotarmış ancak bolca (hata demesek de) fikir ayrılığı barındıran bir yapım. Eski seriyi sevmiş herkesin bir kez el atmasında fayda var. En azından Irenicus’un zindanlarına düşmeden önce neler yaşandığı hakkında bir nebze fikir sahibi olmak için.