Deponia – Distopyada Mülteci Krizi

Deponia, gerek çizimleriyle gerekse diyaloglarıyla oldukça komik bir oyun, ancak aslında oynadıkça günümüz dünyasını eleştiren bir hiciv olduğunu görmeye başlıyorsunuz. Çizimleri, Monkey Island serisinin 3. oyununu andırıyor ki, bu oyun bizim kuşak için en az serinin ilk iki oyunu kadar büyük bir fenomendir, ancak ne hikmetse sonradan unutulmuştur. Deponia, uçsuz bucaksız bir çöplük denizi. Hikayemiz, hiçliğin ortasındaki Kuvaq köyünde, aslında gül gibi yaşayan köylülerden biri olan genç kahramanımız Rufus’un, tabiri caizse, kıçına rahat batmasını anlatıyor.

Rufus, diğer oyunlardan alıştığımızın aksine, kof özgüveni, kibri ve eski kız arkadaşının evinde parazit hayatı sürmesiyle tam bir anti kahraman aslında ve efsanelerdeki muhteşem şehir Elysium’a kaçmaya çalışıyor. Bunun için çokça deneme yapmış ve başarısız olmuş olan Rufus’un kendine güveni bir türlü sarsılmıyor, ta ki bir gün kendini gökyüzünden geçen dev trenlerden birine fırlatmayı başarana kadar. Trenden, başı derde girmiş görünen güzeller güzeli Goal’u da düşürerek köyüne geri dönüyor, ancak başını ne kadar büyük bir belaya soktuğunu fark etmesi uzun sürmüyor. Hemen hemen tüm macerayı baygın geçiren Goal, sadece güzel olduğu için değil, bir Elysium’lu olduğu için de Rufus’un Deponia’dan kurtuluş bileti haline geliyor ve Rufus bir yandan ne idüğü belirsiz kötü adamlardan kaçarken, bir yandan da Elysium’a ulaşmaya çalışıyor.

Mini oyunlar hiç de kolay değil.

Mini oyunlar hiç de kolay değil.

Ancak Deponia bize bir yandan sürekli çözmemiz gereken yeni engeller sunarken, bir yandan da hikayeyi açıyor ve korkunç bir gerçekle karşı karşıya kalıyorsunuz. Aslında Elysium tıpkı dünyamızdaki medeni ülkeler gibi kendi refahını düşünürken, Deponia’yı göz göre göre radyoaktif bir çöplük haline getirmiş ve orada birilerinin yaşadığının farkında bile değil. Bu durum Rufus’u da tıpkı çürük botlarla kendi ülkesini sömüren bir Avrupa ülkesine kaçak olarak girmeye çalışan bir mülteci yerine koyuyor. Bu konunun bu kadar alttan alta, göze sokulmadan verilmesi benim çok hoşuma gitti. Hele ki Rufus’un tüm bu olan bitene olağanüstü bencilliğiyle beklediğiniz tepkilerin daima tam tersini vermesi, paha biçilmez.

Deponia’daki onu al-şurada kullan tarzı bulmacalar vasatın üzerinde, sıkça karşılaşacağınız mini oyunlar da hoş bir renk veriyor ama işin bu kısmında hayranlık yaratacak bir durum yok. Deponia’yı oynayacaksanız muhteşem artwork’ü, sıkı öyküsü ve absürdlükte sınır tanımayan diyalogları için oynamalısınız. Oyun (yine güncel bir çok macera oyununun aksine) çok iyi çalışan bir arayüze sahip, bu yüzden hiç bir noktada siniriniz bozularak oynamıyorsunuz. Bu sayede Deponia çöplüklerinde her yeri rahatça patlatacak ve Kuvaq’taki ultra gereksiz işlerle meşgul masum köy halkının ve çöp madenlerindeki emekçilerin dostluğunu rahatça sömüreceksiniz. Unutmayın, oynarken her detayı kurcalayın ve herkese her yalanı söyleyin, çok sayıda yerde küçük ve komik sürprizlerle karşılaşacaksınız. Oyunda zaten çuvallamanız ya da çıkmaza girmeniz mümkün değil.

Bölüm arası şarkıları da dillere destan.

Bölüm arası şarkıları da dillere destan.

Elbette yazıyı okurken fark etmiş olacağınız gibi bu doyurucu oyunun tadını çıkarmanız için oyunun yayınlandığı üç dilden birini (Almanca, İngilizce, İspanyolca) bilmeniz gerekiyor. Bitirdiğinizde ise önce gülmekten yorulan yanaklarınızı dinlendirin ve kaliteyi bir dakika bile düşürmeyen devam oyunlarına yelken açın. Ayrıca Daedalic’in diğer oyunlarını da oynadıkça size tanıtıyor olacağım.

Bol oyunlu günler dilerim.

Yorumlar