Detroit: Become Human – Oyun Sanat İçindir!

Hani festival filmleri -hatta onlara ‘Sanat Filmleri’ de denir halk arasında- geniş kitlelere hitap etmez ve onları sıkarlar ya? İşte Detroit: Become Human tam olarak bir ‘Festival filmi’. Eğer oyunların da birer sanat eseri olduğunu düşünüyorsanız bu oyun  bir başyapıt. Ancak geniş kitlelere hitap etmediğinden değeri bilinememiş ve bilinemeyecek bir oyun.

Kara

“Peki hangi kitlelere hitap ediyor bu oyun?” diye soracak olursanız bu soruyu kısaca ‘Distopya severlere’ diye yanıtlamak mümkün. Tabii bu alanı ‘Üniversite öğrencileri (Genelde bu konulara en meraklı kitleler oldukları için), edebiyat severler, androidlerle, teknolojiyle ilgilenenler, AI konulu filmleri sevenler, Choices matter (Seçim tabanlı) oyun severler vb.’ şeklinde daraltmak da mümkün. “Madem bir başyapıt, neden çeşitli forumlarda, sitelerde ‘Sıkıcı’ şeklinde yorumlar alıp incelemelerde ‘Çok da yüksek olmayan’ puanlar alıyor?” sorusunun cevabı da yine hitap ettiği kitleyle alakalı bir durum.

Oyun hakkında daha detaylı bilgiler vermeye geçmeden önce biraz türü ve türdeşleri hakkında konuşmakta fayda var. Çoğunlukla seçim tabanlı oyunlarda en büyük şikayetimiz seçimlerin oyunu (Çok da) etkilemiyor olması. Ancak Detroit toplamda 40 (Hatta 45 olduğuna dair söylentiler var) farklı sonuyla seçimlerin gerçekten oyunu etkilediğini bizlere kanıtlıyor, hatta en ufacık bir karar bile oyunun gidişatını komple değiştirerek gerçekten de kendi hikayemizi yazmamıza izin veriyor. Bu noktada eleştirilebilecek tek nokta belki kendi karakterlerimiz olmaması olabilir. Yani bu üç farklı karakteri de bizler oluşturabiliyor olsaydık gerçekten tam anlamıyla bizim hikayemiz olurdu. Ancak dediğim gibi oyuna tam bir sanat eseri gözüyle bakılmış, bu nedenle de kendi karakterlerimizi oluşturamıyor olmak çok büyük bir eksiklik olarak görülmüyor.

Hikaye

Oyunda 40 farklı son olduğundan ve her karar hikayeyi şekillendirdiğinden dolayı hikaye kısmıyla ilgili anlatımlarım biraz öznel kalacak. Malum şu an oyunda benim kararlarım ve bu doğrultuda yazdığım hikaye üzerinden konuşabilirim sizlere. Bu nedenle de oyunun hikayesi hakkında verdiğim bilgiler bir bakıma spoiler niteliği taşımayacak.

Connor

Temel olarak oyunun konusu şu şekilde: Kontrol ettiğimiz üç farklı karakterimiz/androidimiz var; Connor, Kara ve Marcus. Connor, bir arabulucu android. Aynı zamanda androidlerin üretildiği CyberLife şirketinin de sadık bir çalışanı. Oyun Connor’un bir rehine krizini çözmesi için olay yerine gönderilmesiyle başlıyor (Demodan hatırlarsınız). Kara, bir baba ve küçük kızının evinde ev işlerini görmesi ve küçük kızla (Alice) ilgilenmesi için satın alınmış bir android. Kara’nın hikayesi tamir edilmiş bir şekilde eski sahibi tarafından CyberLife mağazasından alınıp eve götürülmesiyle başlıyor. Marcus ise yaşlı ve engelli bir ressama yardımcı olması için ressama hediye edilmiş bir android. Marcus’un hikayesi de ressamın istediği boyaları alıp eve getirmesiyle başlıyor.

Zamanla androidlerin yazılımlarında bir hata meydana geliyor ve androidler de insanlar kadar bilinçli bir hale geliyorlar ve artık duygularıyla hareket edip kendilerine verilen emirlere itaat etmemeye başlıyorlar. Bu androidlere de ‘Aykırılar’ adı veriliyor. Bu aykırılık kavramı öyle bir hal alıyor ki androidler zamanla insanlara zarar vermeye başlıyor ve bu artık bir savaşa dönüşüyor. Kontrol ettiğimiz bu üç androidimizin hayatlarını da ‘Aykırılık’ kavramı farklı farklı şekillerde etkiliyor. Bir şekilde taraflarını seçmek zorundalar. Karakterlerimizin savaşta nerede yer alacakları tamamen biz oyuncuların aldığı kararlarla, şekillendirdiğimiz hikayede başlarına gelen olaylara bağlı. Bir yerden sonra seçimlerimiz, karakterlerimizin başlarına gelenler bizi düşündüğümüzden bambaşka bir noktaya bile getirebiliyor.

Oynanış

Detroit, türdeşlerinden farklı olarak yalnızca seçimleri diyaloglar aracılığıyla değil hareketlerimizle de yapmamızı sağlıyor. Hatta oyunun çok farklı bir seçim sistemi olduğunu da söylemek mümkün. Temelde şöyle bir sistemi var: Eşyalarla etkileşim, olasılıkları hesaplama / yeniden canlandırma, analiz etme, diyaloglar ve ilişkiler. Aslında eşyalarla etkileşim, analiz etme ve hatta olasılıkları hesaplama / yeniden canlandırma kısımları birer bulmaca niteliğinde. Bir de aksiyon sahneleri var, aslında aksiyon sahneleri Telltale oyunlarıyla benzer mekaniğe sahip ancak Telltale oyunlarından daha sıkı, çünkü aksiyon sahnelerindeki en ufacık bir başarısızlık çok farklı sonuçlara yol açabiliyor. Hatta aksiyon sahneleri, yalnızca tuşlara basmaktan ibaret olmayıp bulmaca çözer gibi kafa yormamız gereken stratejiler de geliştirmemiz gereken sahneler oluyor, örneğin savaş sahnesinde hangi birliğin savunma yapacağı, hangi birliğin hücum yapacağı, hangi yönden saldıracağımız da çok önemli sonuçlara yol açan kararlar.

Marcus

Telltale oyunlarında genelde başarısızlığın götürdüğü başka bir sonuç olmuyor, o sahneyi yeniden oynuyorsunuz. Ancak Detroit’te her bir başarısızlığın da bir sonucu var. Aslında oyunda her bir hareketin bir sonucu var. Örneğin oyunda bir yan karakteri beklerken evin içerisindeki eşyalara, mesela fotoğraflara, televizyona, kitaplığa, vs. göz atmak bile çok şey farkettirebiliyor. Hikayede farklı farklı olasılıklar açıyor.

Aslında oyunda en önemli konu ilişkiler mekaniği. Kimlerle ilişki kuracağınızı seçemiyorsunuz, oyunda belirli yan karakterler var yalnızca onlarla ilişki kurabilirsiniz ancak bu kişilerle ilişkinizin durumu çok önemli. Hikayeyi en çok etkileyen kısım burası. İlişkiler de hikayede yeni yeni kapılar açarken, bir de ilişkilerin üstünde bir ‘Kamuoyu’ kısmı var bu kısım da çok önemli; karakterlerimizin hareketleri insanların androidlere bakış açısını değiştiriyor. İnsanların androidlere bakışının, yani ‘Kamuoyu’ kısmının olumlu olması son derece önemli, özellikle de savaşın gidişatı konusunda. Nitekim bu ilişkiler de yalnızca diyaloglar şeklinde değil olaylarda aldığımız kararlarla ve eşya etkileşimleriyle şekilleniyor.

Oynanış konusunda sanıyorum en çok eleştirilen kısmı oyunun başları. Oyunun ilk sahnesi zaten demodaki bol aksiyonlu sahne. Orada bir sıkıntı yoktur diye düşünüyorum. Nitekim belki de çoğumuzu oyuna hayran bırakan o demoda da yer alan ilk sahne olmuştur. Ancak ondan sonraki Kara ve Marcus sahneleri genelde ev işlerinden ibaret olduğu için sıkıcı sahnelerdi. Açıkçası bu durum böyle karakterlerin her biriyle en az 3-4 sahne daha sürüyor, hikayeye girene kadar oyunda tek yaptığımız ev işleri yapmak oluyor. Gerçekten de kelimenin tam anlamıyla ev işi yapıyoruz: Bulaşık yıkıyoruz, yemek yapıyoruz, kahvaltı hazırlıyoruz, oda topluyoruz, paspas yapıyoruz, perdeleri açıyoruz… Gerçekten de hepsini tek tek yapıyoruz. Sanıyorum oyunun en çok oyuncu kaybettiği kısım burası. Ancak hikayeye girdiği andan itibaren o sahneler konusunda oyun kendisini affettiriyor.

Değerlendirme

Detroit daha duyurulduğu andan itibaren oldukça ilgimi çeken bir oyun olmuştu. Demo ile de oyun beni tam anlamıyla büyülemişti. Hatta her bir sonucu görmek için demoyu epeyce kurcalamışımdır. Ki üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen yine de aynı sahneyi sanki ilk defa oynuyormuşçasına oynadım ve istediğim sonuca ulaşamadım. Oyunun yeniden oynanabilirliği çok yüksek, oynarken diğer seçeneklerde de hep aklınız kalıyor, sürekli hep bir ‘Acaba’ oluşuyor kafanızda. Nitekim oynarken gerçekten o 40 sonun 40’ını da görmek istiyor insan. Yani, oyunu bir kere bitirmekle oyunla işiniz bitmiyor. Tüm sonları görmek benim de hedeflerim arasında yer alıyor.

Kara ve Alice

Oyunun müthiş bir hikayesi var, öyle ki oyunun başında saatler su gibi akıp gidiyor, hatta oynamadığınız zamanlarda bile ‘Acaba seçimlerim beni nereye götürecek şimdi?’ diyerek oyuna epey kafa patlatıyorsunuz.

Gerek grafikleri, gerek hikayesi, gerek müzikleri oyun gerçekten de sanat amacıyla oluşturulmuş. Lakin yukarıda da bahsettiğim gibi androidler ve özellikle seçim tabanlı oyunlar ilginizi çekmiyorsa bu oyun sizi oldukça sıkacaktır. Ancak seçimlerinizin gerçekten oyunu etkilediği bir seçim tabanlı oyun arıyorsanız Detroit tam da aradığınız oyun. Çok özel bir Playstation özel oyunu olmuş.

Bir oyuncu olarak benim için en önemli nokta hikaye kısmı ve bu nedenle bir oyunun hikayesinin beni etkilemesi benim için oldukça önemli, hatta her ne kadar seçimleri çok etkili olmasa da türdeşlerinden Life is Strange de ilk oynadığımda beni hikayesiyle oldukça büyülemişti ancak Life is Strange’in de yeniden oynanabilirliği yoktu. Detroit’in bu noktada oldukça sağlam bir oyun olduğunu ve gerçekten çok etkilendiğimi (Ki etkisinden de uzuuunca bir süre kurtulamayacak gibiyim) ve hatta büyülendiğimi söyleyerek bu yazımı burada sonlandırıyorum sevgili Kahramangiller.

Yorumlar