Doki Doki Literature Club – Bana Edebiyat Yap!
Doki Doki Literature Club incelemesi yazarak ne kadar iyi yapıyorum bilmiyorum, bütün internet alemi el ele vermiş ağzını sımsıkı kapatmış. Kimse kimseye kazık atmıyor, “Kenkeaa, bu oyunun sonunda var yeaaa” diye yavşak bir tavırla bile sinir etmek adına dahi kimse hiçbir şey söylemiyor.
Doki Doki Literature Club’ı bu kadar gizemli yapan şey ne peki? Bunun cevabını yazının son bir kaç paragrafında yazmayı düşünüyorum. Okumak istemeyen okumasın, o muhteşem sonu kendisi yaşasın istiyorum. Dolayısıyla yazımı “Dikkat: Spoiler çıkabilir, taş düşebilir, ayı yiyebilir” uyarısına kadar gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz diye düşünüyorum.
Genel bir bilgi vererek başlayalım o halde! Doki Doki Literature Club, adamın dibi Dan Salvato tarafından yapılmış bir görsel roman (visual novel). Steam raflarındaki yerini de 22 Eylül 2017 tarihinde edinmiş. Aynı zamanda da bir dating-sim yani flörtleşme simülasyonu.
Şahsım adına konuşmam gerekirse ben görsel roman türündeki oyunları oynamaktan hiç haz etmiyorum. Kitap okuyarak uyuduğum için midir nedir bilmiyorum, ne zaman oynamaya başlasam masa başında gözlerim kapanmaya başlıyor. Soluğu yorgan altında alıyorum. Nitekim, Doki Doki Literature Club’de de aynısı oldu. Yanlış anlamayın, oyunu yermiyorum. Aksine bu olağan görsel roman hissi oyunun senaryosunu etkileyecek muhteşem bir detay. Arkadaşlarım “Vaz geçme ve oyna!” diye başımın etini yedikleri için büyük bir sıkıntıyla ağzımdan salyalar akarak ekrana baktığım bir üç saatin sonrasında bütün dünyam tersine döndü.
Oyunun hikayesini, olabildiğince az mahvetmeye çalışarak anlatayım; Oynadığımız karakter tam bir Otaku. Evimde oturup manga okuyayım, oyun oynayayım adamı. Mahalleden arkadaşı Sayori ile de çocukluktan beri tanışıyorlar ve aynı okula gidiyorlar. Sayori bir gün tutturuyor bizim de okulda bir öğrenci kulübüne katılmamız için. Biz de “he canım he” diyerek başımızdan savıyoruz. Ancak kendisi dersler bittikten ve kulüp saatleri başladıktan sonra yanımızda bitiveriyor ve bizi kendisinin de bir üyesi olduğu kulübe götürmeye ikna etmeye çalışıyor. Tabii ki de biz gelmiyoruz bu tatlı kız oyunlarına ve “Manga kulübüne bakacaktım ben.” gibi beklenen bir cevap verip yine başımızdan savmaya çalışıyoruz kendisini. Sayori çetin ceviz çıkıyor ve kulübe gelen yeni üyeler için topkek olduğunu söylüyor. Nasıl da bir açsak, kabul ediyoruz.
Kulüp namı değer Edebiyat Kulübü. İçeri girdiğimizde de hikayemizin geri kalan karakterleri ile tanışıyoruz; Monika, Natsuki ve Yuri. Hepsi de birbirinden tatlı kızlar. Neredeyse hepsinde sevebileceğiniz bir özellik bulabiliyorsunuz… veya birinde. E haliyle birilerine yürümeye, kur yapmaya başlıyorsunuz. O da şu şekilde oluyor; her kulüp aktivitesi olarak herkes bir şiir yazıp geliyor. Her kızın da sevdiği bir tür konsept var. Natsuki çocuksu şeyleri severken, Sayori duygusallığı tercih ediyor gibi. Siz de kendi şiirinizi size verilen bir kelime listesinden kelimeleri seçerek yazıyorsunuz. Tarzına uyan kızımızın minik ikonu da yerinde zıplayıveriyor. Şiirinizi okuduğunuzda da artık kimin tarzına daha yatkın bir şiir yazdıysanız o size bir tık daha yakınlaşıyor.
Buradan sonra yolunuza ayılar ve taşlar ile devam etmek istemiyorsanız eğer, Dikkat: Spoiler çıkabilir, taş düşebilir, ayı yiyebilir.
Şimdi, gelelim zurnanın zırt dediği yere; oyun dating-sim falan değil. Dümdüz psikolojik gerilim.
Daha önce de dediğim gibi; oyunu oynarken kime nasıl yazdığınıza göre gidişat bir nebze değişiyor. Tavsiyem, Yuri’ye ölümüne yürüyün. En muhteşem son bana kalırsa onun sayesinde açılıyor. Her şey Sayori’ye eğer yüz vermezseniz, odasında asılı vücudunu bulmanız ile başlıyor. Yuri kendisini kaybediyor. Natsuki “ıyyy seni hiç sevmiyorum” deyip ortalıkta görünmüyor. Doğruyu söylemek gerekirse de en iyisini yapıyor. Bu kadar manyağın içerisinde en aklı başında olan o herhalde.
Daha önce Pony Island veya Stanley Parable yazılarımı okuduysanız, oyunun oyuncu ile dalga geçmesi konseptini ne kadar çok sevdiğimi biliyorsunuzdur. Doki Doki Literature Club’da da oyunu oynayan siz değilsiniz. Siz sadece bir figüransınız. Yuri’nin cesedine bütün oyun içerisinde bir hafta sonu boyunca ağzı açık bir şekilde bakmış biri olarak bunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliyorum. Oyunu oynamıyorsa bizim figüranlığımız ne naneye yarıyor değil mi? Monika’nın ihtiyaçlarını karşılıyoruz… teknik olarak.
Oyunun en akıllara zarar twist’i muhtemelen Monika’nın çıldırmasıdır. Hatun kişi, sadece bizimle beraber olabilmek için bütün bir evreni siliyor, sadece evreni silmekle de kalmıyor KALKIP DİĞER KIZLARIN OYUN KLASÖRÜNDEKİ DOSYALARINI falan siliyor. Doki Doki yerine Deli Deli falan deseler de olurmuş… Oyunun hoşuma gitmeyen bir iki yanı yok değil tabii. Görsel roman olması ve 3 saat boyunca sol tıklamaktan serçe parmağınızı kesmenize sebebiyet veriyor, en son Monika bizi zamandan ve mekandan bağımsız bir odaya götürdüğünde oyuncuya “Peki ya söyle yaparsam ne olur?” merakını yaşatmadan veya test etmeye zaman vermeden ne yapmanız gerektiğini üstü açık bir şekilde önünüze koyuyor.
Bazı Detaylar
Son olarak oyunda dikkatimi çeken, yüzüme bir gülücük konduran ufak detayları listeleyeyim;
- Şifreli yazılar “Geçmiş”sekmesinden bakıldığında şifresiz bir şekilde okunuyor. Ki uzun saatler boyunca o yazılara da baktığınızı düşünürsek ne anlama geldiklerini öğrenmek güzel oluyor.
- Oyunu asla tek kişi oynamayın! Çok güzel detaylar var, biri yazıları kontrol ederken diğeri de ekranda dönen detayları görüyor. Kaçırmamış oluyorsunuz.
- Credits ekranını görünceye kadar oyunu oynamaya devam edin. Hatta gördükten sonra da devam edin.
- Monika oyun boyunca edebiyat kulübüne gelmeden önce piyano çalıştığından bahsediyor. Credits ekranından sonra Monika’nın o tatlı sesini ilk kez duyuyoruz.
Oyun beklentilerimin çok üzerinde. Herkes oynasın. HERKES! YURİ!!! BEBEĞİM!! EVİNE DÖN KARICIM! …