Efsane Üçlemenin Başı: Witcher
Merhaba beyaz saç ve iki kılıç severler. Serinin 3’üncü halkasıyla oyun dünyasını alt üst eden Witcher serisinin ilk oyununun inceleme yazısıyla karşınızdayım. Daha yeni bitirdim (evet biraz geç oldu, farkındayım) hemen yazısını yazayım, taze taze deneyimlerimi paylaşayım dedim. Canavar sesleri geliyor, kılıçları hazırlayın…
Witcher Nedir? Ne Değildir? Yenir mi?
Öncelikle Witcher, yenmez. Ama oyunda Gerald’ın yani Witcher’ımızın yemediği halt kalmıyor. Neyse Witcher dediğimiz arkadaşlar, kökeni çok eskilere dayanan (biraz atıyor olabilirim) bir canavar avlama grubu. Bu gruba katılabilmek için sert bir eğitimden geçip kılıç kullanmayı öğrenmek yetmiyor. Buna ek olarak mutasyon geçirmek ve hayatta kalmak gerekiyor. Tüm bunlar olduğunda Witcher’lığın yarısını tamamlamış oluyoruz. Bir de kullandıkları iksirlerin tariflerini öğrendiniz mi, canavar öldürmeye hazırsınız demektir.
Bildiğimiz Canavar Avcısı (mı?)
Pek sayılmaz. CD Projekt Red’in yapımcısı olduğu ve Atari Interactive tarafından yayıncılığının yapıldığı oyun, öncelikle Tomb Raider‘dan alışkın olduğumuz bir kamera açısına sahip. Bu açıdan gördüğümüz için çevresel farkındalığımız oldukça yüksek. Bize kim, nereden saldırıyor ya da kim kime nereden saldırıyor bu soruların cevabını çok kolay verebiliyoruz. Düşmana sol tıklama yaptığımızda Geralt, çekiyor kılıcını (bir de havalı) başlıyor kesime.
İşte tam bu noktada da oyunumuz ilk eksi puanını alıyor; kontroller oldukça kötü. Asıl amaç tıklayarak hedefi belirlemek, bundan sonrasında ise yine doğru zamanda hedefe tıklayarak kombo yapmak. Bu şekilde olduğunda Geralt daha sert ya da daha hızlı vuruyor. Savaş sistemi bu şekilde fazlasıyla tek düze olmaya doğru ilerliyor. Bu durum ister insan, ister yaratıklar için olsun, aynı. Evet, Geralt artistik bir şekilde kılıç sallarken izlemek güzel ama işin heyecanı kaçıyor. Yani karakterle savaşırken özleşleşme durumu biraz zor. “Tıkla, kes, doğru zamanda tıkla, daha iyi kes” hiç olmamış maalesef. Dövüşe çok odaklı bir oyuncuysanız zor saatler sizi bekliyor demektir. Hiç öyle bakma Geralt, doğrular bunlar…
Kılıçların Ucunda Bir Hayat
Geralt bilinen, çoğu kişi tarafından sevilen, kendine has bir üne sahip olan Witcher’dır. Ancak yakın zamanda hafızasını kaybetmiş, bu yüzden her türlü kabiliyeti azalmış olarak oyunumuza başlıyoruz. Henüz kendisinin zihin sorunları ile ilgilenmeye fırsat bulamadan aksiyona dalıyoruz. İlk başta dövüş sistemi nedir, kamera açıları nelerdir diyerek ilk aksiyonumuzu tamamlıyoruz. Ardından da Geralt, bir çok sorunun cevabını bulmak için yolculuğuna başlıyor…
RPG türündeki oyunumuzda bolca ana görev ve yan görev bulunmakta. Ana görevler oldukça ilgi çekici; hedefe adım adım ilerleniyor, bunun için de kılıcımız olduğu kadar dilimiz ve zekamızı da kullanmamız gerekiyor. Neyse ki görevler çıktığı zaman haritamızda işaretleniyor ve böylece akıcı şekilde ilerlemeye devam edebiliyoruz.
Bir Witcher olarak aslında ana görevimiz canavar avcılığı. Ancak söz konusu olan bu hizmet bedavaya yapılmıyor. İsmi Oreo’ya benzeyen para birimimizle zenginliğimize zenginlik katıyoruz. Bu sebeple yan görevleri yapmak da oldukça önemli. Oradan kazandığımız para ile kendimize daha iyi zırh ve kılıç al…amıyoruz. Çünkü pek böyle bir durum oyunda yok. Çok çok kısıtlı bir zırh ve silah seçimimiz var. Parayı başka amaçlarla harcıyoruz. Dünyevi zevkler, bitki almak ya da yiyecek almak gibi… Oyun için genelde her görevin yapılmasının yaklaşık 100 saatlik bir zamana denk geleceği söyleniyor. Ben yaklaşık 50 saatte tüm ana görevleri ve yan görevlerin de yarısına yakınını yaptım. Bu şekilde de kazandığınız para size yetiyor aklınızda bulunsun.
Olay Aslında Derin
Bu başlığı atarken aslında iki amacım vardı, merakta bırakmayayım, açıklayayım; İlk olarak Geralt ve genel Witcher konsepti, sadece canavar gördü mü kılıcını çekip akılsızca üstüne doğru giden kişiler değiller. İlk olarak her Witcher’ın iki kılıcı var. Gümüş olan kılıç her türlü yaratığa karşı etkiliyken, diğer kılıç ise insanlara daha fazla vurmayı sağlıyor. Yani doğru düşmana doğru kılıçla saldırılması bir anlamda zorunluluk. Buna ek olarak Witcher’lar zeka sahibi kişiler.
Savaşa girmeden ya da savaştayken daha önce hazırlamış oldukları iksirleri içiyorlar. İksirler sadece daha dayanıklı ya da daha iyi vurmamızı değil, hayatı farklı açılardan da bizim için kolaylaştırıyorlar. Örneğin; derin ve karanlık zindanda meşalesi ile giderken saldırıya uğrayan Geralt’a, daha önceden karanlıkta görme iksiri içirdiysek, meşalesiz, dertsiz tasasız ilerleyebiliyor ve etraf bizim kamera açımız için de görünür oluyor. Tabii iksirlerin yapılabilmesi için mutlaka doğru malzeme ve sakin bir ortama ihtiyaç var. Bu sebeple hangi iksir, neyden ne kadar istiyor iyi takip etmek gerekli.
Kılıçları da geçici ya da kalıcı şekilde daha da fazla keskinleştirmek mümkün.
Derinlikle ilgili ikinci kısım ise oyunda karşılaştığımız dünya. Mağara ve zindan ortamları oldukça başarısız yapılmış olsa da, kasaba ve köyler fena sayılmaz. Kısa zamanda alışıyor ve “hımm, şuraya giderken şunu da yapayım, şu adama da selam vereyim, hancının karısı beni mi kesiyor?” gibi ortamlarda takılmaya başlıyorsunuz. İçki içmenin de kendine özgü bir öneme sahip olduğu oyunumuzda aslında Geralt, tarafsız. Oyunda da bir çok kez duyacağınız gibi Witcher’ların asıl olayları canavar avlamak, siyasete karışmak ya da suikastçilik değil. Ancak ilerledikçe, ister istemez bir taraf seçmek zorunda kalıyoruz. Bu açıdan oyun güzel ve özgürlüğe izin veriyor. Etrafımızda olan olaylardan bağımsız değiliz. Seçimleri de istediğimiz gibi yapabiliyoruz, buna göre de oyun şekil alıyor.
Özellikle “canavar” konseptinin karıştığı kısımları ve bu konulardaki kafamıza göre hareket edebilmeyi sevdiğimi belirtmeliyim. Bu sebeple seçimlere dikkat.
Son Canavarın da Kalbini Çıkarırken
Yazıyı ufak ufak bitirirken son bir kaç şeye daha değineyim; “sign” denilen ve Geralt’ın kullanabildiği, büyümsü bir gücümüz de bulunmakta. Bu kabiliyetlerle kendimize kalkan yaratmak ya da “force push” pardon yani düşmanı geriye itmek gibi şeyler yapabiliyoruz. Tıpkı dayanıklılık ve kılıç kullanma özelliklerimizde olduğu gibi bu dalda da puan vererek gelişebiliyoruz. Görevleri tamamladığımızda da dağıtabileceğimiz puanlar oluyor.
Toparlayayım
Witcher, genel olarak ortalamının üstünde başarılı bir oyun olarak adlandırabiliriz. Şunu ekleyeyim, ortalama üstünde başarı diyorum ama, oyunda bir çok “ama” var. Bir çok ana görev birbirine benziyor, kendini çok tekrarlamadan oyun daha kısa yapılabilirdi. Bu haliyle biraz sıkıyor. Kontrollerden de bahsetmiştim, evet alışılıyor ama çok rahat ve heyecanlı olduğunu söyleyemeyeceğim. Bir de, hiç bahsetmedim, oyun gerçekten zor arkadaşlar. Orta seviye zorlukta oynasanız bile gerçekten insanı yoruyor. Daha güzel bir dövüş sistemi olsaydı, şöyle kıran kırana bir dövüş yapabilseydik, gerçekten de başından kalkamayabilirdik ama böyle bir durum yok.
Son olarak (valla bu sefer son) senaryo ve NPC’ler oldukça güzel. Renkli, insanı ilerlemeye itiyor ve bazı zamanlarda ahlakınızı sorgulamaya neden oluyorlar. Hele bir kızıl büyücümüz var ki, Triss Merigold, oyunu değil resmen hayatı sorgulatıyor güzelliğiyle ve diğer kabiliyetleriyle.
Oyunda gerçek anlamıyla “kız tavlama” durumunun olduğunu da belirteyim. Doğru laflar, hediyeler ve hareketlerle bir çok “şey” ile cinsel deneyimler yaşamak mümkün.
Bu haftalık yazımızın da sonuna geldik arkadaşlar. Witcher’ın ilk oyununu, RPG severler, sabırlı olan oyunculara tavsiye ediyorum. Eğer bu kabiliyetleriniz yoksa Geralt size biraz işkence yapabilir. Bir sonraki yazıda, kılıçlarınızın hep gerçek canavarları bulması dileğiyle.