Hangi Çılgın O’na Zincir Vurabilir ki? – Cthulhu Saves the World
Köpeği bulduğumuz zaman da bu bölümün Boss’u Ninja Spirit ile karşılaşıyoruz. Kendisini iyice patakladıktan sonra, kasabamıza tıpış tıpış geri dönüyoruz. Han’da mor cübbeli yaşlı bir amca bize Miskatonia’nın hemen doğu yamacında bulunan bir Shrine of Heroes/Kahramanlar Türbesi’nden bahsediyor. Eh biz de “Kozmik güçler beni kahraman olmam için yaratmış.” diyerek türbenin yollarını arşınlıyoruz. Burası bana sorarsanız biraz karışık bir haritaya sahip, bu sefer size yol gösteren kırmızı alevcikler de yok. O yüzden sabrınıza sıkı sıkı tutunmanızı öneririm. Yardımcı olmak adına bir öneri vereyim; oyunda bulunan her labirenti planlı programlı bir şekilde gezerseniz çıkış yolunu bulmanız çok zor olmuyor. Kahramanlar Türbesi’nin 4. Katına çıkıyorsunuz. Bölümün Boss’u bizi Excalibur edasıyla bir kayanın içerisinde bekliyor. Cthulhu elini uzattığında da, kılıç tarafından “kötü” olmakla suçlanıyor ve dövüşmeye başlıyoruz. Cthulhu’nun arada bir gelip giden iyicil ve kötücül kişilikleri arasında komik geçişler de yaşanmıyor değil. Örnek olarak bu bölümün Boss’unun üstesinden geldiğinizde takımınıza katılıyor. Umi, “Yaşasın! Yeni bir arkadaş!” diye sevinirken, Cthulhu “Daha çok güç!” diye seviniyor. Yani ne kadar kahraman olmaya çalışırsa çalışsın, Cthulhu her daim Cthulhu olarak kalacak.
Kutlama yapmak için Miskatonia’ya döndüğünüzde de bir adam kapıları kırarak Dunwich’in yaratıklar tarafından baskına uğradığını haykırıyor. Sevgili Umiciğimiz de, bir an önce yardım etmek için yerinden kalkacağına adamcağızın buralara kadar nasıl geldiğini sorguluyor. Çünkü Dunwich ve Miskatonia arasındaki köprü uzun bir zaman önce yıkılmış. Adamcağız da yardım istemek için tee kalkmış Dunwich’ten köprüleri yeniden inşa etmiş. Umi adamı sorguya çekerken ise Cthulhu’nun aklından geçen tek şey köy sakinlerine yardım etmek. Herkesi apar topar yeniden inşa edilmiş köprünün oraya sürükleyip maceralarına da soluk almadan devam etmeye karar veriyorlar.
Dunwich’e gelindiğinde ise ekibimiz gerçekten de şehrin Zombiler tarafından ele geçirildiğini görüyor. Sharpe ve Umi “Haydi biraz zombi poposu tekmeleyelim!” diye gaza geliyorlar. Ancak Cthulhu’ya göre Zombiler soylu yaratıklar. Çünkü akli dengeleri yerinde değil ve bu yüzden de Cthulhu’ya korunması gereken, kutsal varlıklar olarak görünüyorlar. Bu noktada Sharpe’ın yaptığı yorum ise şöyle, “Seni gerçekten yanlış değerlendirmiş olmalıyım, böylesi iğrenç yaratıklara bile merhamet gösteriyorsun…”
Kasabanın içerisindeki zombiler ise tabii ki de Michael Jackson – Thriller’a bir gönderme. Dans ettikleri için onlarla konuşmak istediğinizde sizi takmıyorlar bile! Kasabanın ortalarına doğru geldiğimizde karşısına çıkan bütün zombileri alev toplarıyla kızartan October adında bir cadıyla karşılaşıyoruz. Kendisi Cthulhu’ya inanıyor. Cthulhu da kadının büyü gücünü takdir ediyor ve October da ekibimize katılıyor.
Dunwich’in bölüm sonu canavarı ise, mitostan aşina olacağımız bir isim; Nyarlathotep.
Oyunun hepsi uzun bir zindan değil. Size boş zaman verildiği, haritada el verdiğince istediğiniz yere gidebildiğiniz zamanlarınız da oluyor. Böyle zamanlarda demek oluyor ki, büyük ihtimalle girmenizin iyi olacağı item düşürebileceğiniz mağaralar var. Bir kaçına örnek vereyim; Swamp of Despair, Graveyard of Memories gibi.
Bir sonraki durağımız ise Providence! Kasabanın kapısında sizi bir çocuk, “Providence’a hoş geldiniz! Burası H.P. Lovecraft’ın doğum yeri, o da her kimse işte…” şeklinde karşılıyor ve uzaklaşıyor.
Yazının başında dediğim şu delilerden kaçarken uzaylılara sarıldım, bir de yetmezmiş gibi zombilerle uğraştım eh artık bir tanrıyı oynamanın vakti gelmişti cümle var ya hani; bu oyun, oynadığım ilk 3 oyunun resmen bir araya getirilip sıkıştırılıp su katıp mikrodalgaya koyulacak yemeklere benzetilmişi.