Long Live the Queen: Ya Taç Ya Ölüm
Nova Prensesi Elodie’nin annesi Kraliçe Fidelia, elim bir kazada vefat etmiştir. Babası Kral Joslyn tarafından, eğitim gördüğü yatılı okuldan apar topar alınarak saraya getirilen Elodie, artık naip prensestir ve 15 yaşına bastığında, yani 40 hafta sonra taç giyecektir… Tabii hayatta kalırsa. Nova, aç gözlü dük ve düşeslerinin sürekli birbirini yediği 11 dükalıktan oluşan bir imparatorluktur ve hepsi, genç ve tecrübesiz bir naip prensesin başlarına gelebilecek en iyi şey olduğunu düşünmektedir; yani bu kahramanımız Elodie’nin 40 hafta boyunca neredeyse her gün bir ölüm tehlikesi atlatması demektir. Amacınız Elodie’yi bağrınıza basıp, 40 hafta boyunca hayatta tutabilmek.
Sadece açgözlü soylular ve veletleriyle kalsa iyi, Nova’nın topraklarını isteyen başka ülkeler de var ve onların da eli kolu armut toplamıyor elbette. Tabii Elodie, 14 yaşında bir ergen olarak bütün bunlardan habersiz, annesinin yasını tutmakla meşgul. Üstelik hayat tecrübesi neredeyse sıfır. Öğrenmesinin yolu yok mu peki, var tabii, kızı tutup boşuna mı saraya getirdiler?
Elodie, sıkı bir eğitimden geçmek zorunda ve seçeceği konular ÖSS sınavından daha hayati önem taşıyor. Neredeyse her gün bir olay oluyor ve ne olduğu hakkında hiçbir fikriniz yoksa güm, ruhunuza el fatiha. İşte Hanako Games’in 2012’de Spiky Caterpillar’la ortaklaşa çıkardığı Long Live the Queen’in en güçlü yanı burada ortaya çıkıyor; oyunda aklınıza gelecek en ilginç şekillerde ölebiliyorsunuz.
Long Live the Queen bir Visual Novel, yani görsel roman türünde bir oyun. Biraz eski Macera Tüneli serilerine benzetebiliriz, karakterlerin hayatlarının ne yöne gideceğini -ya da gitmeyeceğini- tercihleriniz belirliyor. Ben bu türün çoğu oyununu sıkıcı bulurum, ama Long Live the Queen beklentilerimi fazlasıyla aştı. Eğer Princess Maker ekolünden oyunlara aşinaysanız ve benim gibi yıllardır “Neden Princess Maker 3 İngilizce’ye çevrilmedi?” diye ağlayanlardansanız, Long Live the Queen’in karma karışık entrikalar ve telefon rehberi dolduracak kadar karakterle size epey hoşça vakit geçirteceğine emin olun.
“Pembe saçlı ağlak bir kız figürü beni hiç çekmiyor,” demeyin. Hikaye örgüleri bu tür bir oyundan beklenmeyecek kadar, gerçekten çok karmaşık ve bir yan karakterin dahi ne yapacağı tercihlerinize göre 10-15 farklı şekilde değişebiliyor. Oyunu rehbersiz oynamak tam deli işi. Rehberle oynamak da bir çok şeyi eksik bıraktığınız hissini güçlendiriyor, özellikle “ölmeme” temalı olanlarını kullandıysanız. Senaryolar ve ihtimaller önce ince elenip sık dokunmuş ki burnunuzu her köşesine sokmak istiyorsunuz, sonra bir de bakıyorsunuz ki burnunuz yok.
Şimdi bana diyebilirsiniz ki, babası niye ülkeyi yönetmiyor da her şey 14 yaşındaki kızın başına kaldı? Çünkü sadece bir Lumen Nova’ya kral ya da kraliçe olabilir. Lumen de, kabaca büyü yapabilen ve sihir tekniklerine hakim olabilecek kişi anlamına geliyor. Merhum kraliçe Fidelia bir Lumen’di, Elodie de öyle. Krallıkta kendini gizleyen başka Lumenler de var üstelik, bulup da yanınıza almazsanız bir de onların entrikalarıyla uğraşırsınız.
Karşınıza her an çıkabilirler, hazırlıklı olmanız ve hızlı hareket etmeniz lazım. Elodie, annesinin ölümünden ziyadesiyle etkilenen Joslyn yoluna taş koyduğu için eğitimine hemen başlayamıyor, daha doğrusu başlayabilmesi için bazı aşamaları geçmesi gerekiyor. Yetkin bir Lumen olmak oyundaki bir çok olayda hayatınızı kurtarabildiği için önemli.
Bunun yanı sıra savaş sanatlarını öğrenmeyi de seçebilirsiniz, ancak hangisine ağırlık verirseniz verin, entrika, casusluk, ülke tarihi, gibi dersleri seçmeyip de soylu ailelerin arasındaki ilişkilerden bihaber kalırsanız bu kez halkın ya da soyluların onaylamayacağı tercihleri yaparsınız. Yani illa ki birilerinin kuyruğuna basarsınız ve şimdiden söyleyeyim, çok fazla karakter ve olay var. Soyluları atlatırsanız bu kez de halk isyan çıkarıp size Marie Antoinette muamalesi çekebilir. Soylular kendi aralarındaki davalar yüzünden huzurunuza geldiklerinde, o ailenin geçmişi hakkında bilgi sahibi değilseniz adil bir karar vermeniz olanaksız. Bu da düşmanlarınızın hızla artmasına sebep olur, tabii ölüm tehlikesinin de.
Bütün eğitiminizi entrikaya bağlayıp hepsini atlattınız mı? Çok güzel, bu kez jimnastik dersine girmediğiniz için bahçedeki yılandan yeterince hızlı kaçamayabilir, ya da zehirle doldurulmuş bir çikolatayı kokusunu tanımayıp yiyerek nalları dikebilirsiniz. Hadi yine dengelemeyi becerdiniz, bu kez de balolarda nasıl davranacağınızı bilmediğiniz için dans ettiğiniz kişinin ayağına basıp gücendirebilir ya da birine farkında olmadan evlilik sözü verebilirsiniz. Hitabet yeteneğiniz yoksa, konuşma yapmanız beklendiğinde ağzınızı bile açamayıp rezil olabilirsiniz.
Yetenekler çok fazla olduğu için, hızlı öğrenmek çok büyük önem taşıyor. Bunun için Elodie’nin ruh haline dikkat etmeniz lazım. Aşağıdaki tabloda göreceğiniz gibi her ruh halinin iki uç noktası var. Neşeli ya da üzgün, asi ya da uysal, bunlar Elodie’nin derslerini etkiliyor. Uysal (Yielding) bir Elodie sihir derslerinde iyi performans gösterirken, inatçı (Willful) bir Elodie entrika ve sinsilik gibi konularda daha başarılı oluyor. Tabii yetenekleri hızlı öğrenmek kadar zamanlama da önemli ve Long Live the Queen’in en geren tarafı bu; ilk oyunlarınızda neyin ne zaman olacağını bilmediğiniz için kumar oynuyorsunuz, sonraki oynayışlarınızda da farklı yaptığınız seçimin size nelere mal olacağını bildiğiniz için of çekiyorsunuz.
Herhangi bir modun sizi etkilemesi için, diğerlerinden daha güçsüz olması gerekir. Orta çizgi nötr, aşağı ya da yukarı çıktıkça ruh hali belirleniyor. Hangi ok iki uçtan birine yaklaşmışsa, kabul edilen ruh hali o. Burada Elodie’nin o hafta depresif olduğunu görüyoruz. Bu yüzden karizma tabanlı derslerine (hitabet, zarafet vs.) gibi derslerine penaltı alırken, gerçeklerden kaçış olanağı sunan sanat konularına, ya da hayvanlarla ilgilenmeye daha eğilimli olacaktır.
Bir de evlilik meselesi var tabii. E naip prensessiniz, gırtlağınız kesmek için arkadan uzanan eller kadar, önünüze çıkıp size yüzük uzatanlar da var. 11 Dükalık var demiştim, bunların akrabaları, kızları oğulları diyeyim siz anlayın. Kime söz verirseniz verin, illa ki bir taraf gücenecek. Kimseye söz vermezseniz hepsi kızacak, rahibe stili öleceğinize emin olun. Oyunun biseksüel olduğunu belirtmeden de geçmeyeyim.
İlk oyununuzda öleceksiniz, onu baştan kabul edin. Öyle “Hiçbir şeye bulaşmayayım ki bir şey olmasın,” diyerek soylu davetlerine gitmemek filan da işe yaramaz, bela gelip illa ki sizi buluyor. Bir oyunda arkanızdaki en sağlam adam ya da kadın olan karakter, bir sonraki oyununuzda sizi haince arkanızdan bıçaklayabiliyor. Herkesi aynı anda mutlu edebilmeniz neredeyse imkansız, mekanikleri öyle bir ayarlamışlar ki bir oyunda her yeteneğe sahip olmanız da öyle. Mutlaka kaçırdığınız bir sürü şey kalıyor ve sil baştan oynuyorsunuz. Long Live the Queen kendini yeniden oynatmak konusunda çok başarılı. Sofistike piyano melodileri eşliğinde hoş bir soundtrack’i olması da cabası.
Kıssadan hisse, çizimlerine bakıp da “Kız oyunu bu,” derseniz, “Rol Yapma Oyunu için Senaryo ve Entrika Önerileri” temalı en az beş yazıyı dolduracak kadar yoğun ve son derece ilginç bir senaryo yumağını kaçırmış olursunuz. Eğer hala ikna edemediysem şu yukarıdaki trailer’ı izleyin ve Long Live the Queen’in “kız işi” bir oyun olmaktan çok, “kız işi parodisi” olduğunu anlayacaksınız zaten. Önerim, eğer hala denemediyseniz üzerimize yılbaşı miskinliğinin çökmeye başladığı şu günlerde rahat edebileceğiniz bir köşe bulup bu oyuna bir şans vermeniz. İyi eğlenceler.