Nostalji Krizlerine Bire Bir Oyunlar #1 – Baldur’s Gate
Neden mi? Saymakla bitmez. Klasik olmasına rağmen çok zenginleştirilmiş bir senaryosu var. Madenlere girip kobold/ goblin avlamaktan tutun da orman perilerini korumaya, falan ormandaki Druid’lerin iç savaşına karışmaktan şehirlerde getir götür işleri yapmaya kadar, klasik bir RPG oyunundan bekleyeceğimiz her şeye sahip. Oyun adını bir şehirden almışken tabii lağımlar unutulur mu? Bütün bu klasik faktörleri ana hikaye ve yan hikayeler, yan görevlerle bütünleştirip bize sunuyor Baldur’s Gate. Gidebileceğiniz onlarca yer var, ama çoğunun içinde başka mekanlar da gizlendiğinden yüzlerce ekran görüyorsunuz. Açık alanlarda en çok manzara ve ambiyans öne çıkıyor. Tarihinin eskiliğine rağmen, sırf kuş seslerini duyabilmek için oyunu açar ve Sword Coast’a adanmış müziği dinleyerek ormanlarda huzur içinde gezebilirsiniz, karşınıza aniden bir gibberling sürüsü çıkana kadar tabii. O aniden başlayan combat müziği defalarca ödümü patlatmıştır.
Bunun yanısıra, kim klasik AD&D sınıflarını oynamak istemez ki? Hele de oyun bir sürü NPC ile zenginleştirilmişse? Tonlarca strateji yapabilirsiniz, ancak bu NPC bolluğu içinde sadece bir kaç tanesi öne çıkar, çünkü diğerlerinin statları genellikle zayıftır. Hikayelerini öğrenmek için gruba alsanız da, çoğunun bir kaç ilginç konuşma dışında sahnesi yoktur. Çok fazla karakter, çok az oyun içi eğlence. Bu sorunu ikinci oyunda fark edip NPC sayısını azaltarak geçmiş ve diyaloglarını detaylandırdılar, hatta romantizm bile koydular, ama bunları ikinci yazımda anlatacağım. Oysa ne yazık, özellikle şehrin yöneticilerinden birinin kızıyla tanışıp, politik plotlara etki edememek biraz üzücü. Bunları Baldur’s Gate’e yapılmış modlarla doldurdular, o modlar ki apayrı bir yazı çıkarabilirler sanıyorum. Serinin öne çıkmış npc’lerinin her biri külttür; Jaheira, Khalid, Edwin, Minsc, hele de bu son ikisinin ciddi anlamda kendi hayran kitleleri vardır.
Değinmek istediğim bir nokta da, oyundaki antagonistler. Serinin antagonistleri her zaman çok başarılı olmuştur, ama Sarevok ilk göz ağrımızdır, yeri başkadır, seslendirene de saygımız büyüktür. İkincil derecedeki antagonistler de başarılıdır, fazla derinliği olmamasına rağmen farklı karakterleri hissedersiniz. En önemlisi, oyun sizi devam etmeniz için çok iyi motive eder. Başka türlü kim en fazla 7. seviye karakterle bütün o lağım savaşlarını yapar ki? Icewind Dale’daki abartı savaşlar burada daha dozundadır. Ancak rahatlamayın, Icewind Dale’dan sonra karşınıza en çok random encounter çıkaran oyun budur. Ancak itiraf etmeliyim ki, özellikle dungeon’ları ikinci oyundakilerin yanında komik derecede basit kalıyor. Bu kötü olduğu anlamına gelmiyor, ikinci oyundaki iç mekanlar gerçekten olağanüstü tasarlanmış, dolayısıyla sönük kalıyor. İkinci oyunda da bu kadar dağa bayıra çıkamıyorsunuz mesela.
Baldur’s Gate’in en zayıf yanı, kısmen düz çizgide ilerleyen bir senaryosu olması. Evet, pek çok seçim şansınız var. Ama özellikle kötü karakter oynamayı sevenler için ideal oyun değil. Bu konuda hangi crpg iyi ki diye sorabilirsiniz, ne yazık ki çoğunda ele güne rezil olmadan, yaptıklarınız ayyuka çıkmadan ağız tadıyla kötü karakter oynayamazsınız. Falan ormandaki periyi mi öldürdünüz? Hop, itibarınız 3 puan düştü. Kim gördü? Elf gözleriniz nerelerden öğrendi? Sorgulama, o periyi öldürmeyeceksin işte bu kadar basit. İyi karakterleri fazlaca öldürürsen tepene Flame Fist (Swordcoast’ta asayiş onlardan sorulur)) biner, bir de öldürdükçe gelirler, ekranda tıklayacak yer kalmayana kadar gelirler.Yani adamlar diyor ki, “Akıllı ol, uğraşıp o kadar senaryo yazmışız, hıyarlık etme. Sen önüne gelip de yardım isteyen herkesi öldürüyor musun?”