Pillars of Eternity: Obsidian’ın Son Devi
Bugüne kadar Kahramangiller’de daha ziyade hak ettiği değeri bulamadığına inandığım eserlere ağırlık vermeye çalıştım. 2015’i geride bıraktığımız şu günlerde işte böyle bir örnek var karşımızda. Malumunuz şu sıralar onlarca “2016’nın en iyi oyunları” listesi yayınlandı. Ve gözlerime inanamadığım şey, benim nezdimde 2015’in değil, KOTOR 2’den beri, yani son 10 yılın en iyi yazımına sahip oyunu olan Pillars of Eternity’nin hemen hemen her kategoride gözardı edilmiş olmasıydı.
Takip etmemiş olanlar için hikayeyi baştan alayım. PC oyunculuğunun altın yılları olan 90’larda, muazzam bir RPG fırtınası esmişti. Bu dönemin de en önemli RPG geliştirici firması, birçoklarına göre, Fallout 1&2, Planescape: Torment ve Icewind Dale 1&2 gibi efsane oyunlarla Black Isle Studios idi. 2003’te ana firması Interplay’in, biraz dönemin şartları, biraz da kötü finansal yönetim yüzünden iflas etmesi üzerine içi boşalan stüdyonun ekibi, Obsidian Entertainment çatısı altında toplandı. Bu çatı altında RPG geliştiriciliğine devam eden ekip, KOTOR 2, Neverwinter Nights 2, Fallout: New Vegas ve Dungeon Siege 3 gibi nefis projelere imza attı, ancak isimlerinden anlaşılacağı gibi tüm bu oyunlar farklı geliştiricilerden devralınan serilere aitti (orijinalde kendi yaratımları olan Fallout da dahil). Kendilerine ait tek IP olan Alpha Protocol ise hak ettiği ilginin çeyreğini bile görememiş bir diğer oyun olarak tarihe geçti.
Finansal olarak olmasa da, fanlar gözündeki ilahi konumunu kaybetmeyen firma, onca yıllık kariyerin üzerine elinde kendine ait şöhretli bir IP hakkı kalmayınca 2012’de Project: Eternity adında bir Kickstarter kampanyası başlattı. İki boyutlu izometrik grafikler, kütüphane dolduracak miktarda yazı, parti bazlı oynanış, kısacası “O eski Baldur’s Gate ruhu” sözü veren proje, dönem için bilgisayar oyunları alanında bir rekor olan 4 milyon dolar toplamayı başardı. Karşılığında da vaatler devasa bir boyuta ulaştı. 2,5 yıl süren geliştirme süresinin sonunda ortaya çıkan Pillars of Eternity adlı oyun ise tüm bu vaatleri hakkıyla yerine getirip beklentileri karşılamanın ötesine geçti. Oyun inceleme siteleri de bu başarıyı gözardı etmedi ve oyun büyük çoğunluğu 90 üzeri olan puanlar aldı. Ancak bu satış rakamlarına pek de yansımadı ve yıl sonu değerlendirmelerinde, aynı yıl çıkan blockbusterlar; Witcher 3 ve Fallout 4’ün arkasında kaldı (benim en saygı duyduğum oyun inceleme sitesi olan Rock, Paper, Shogun hariç). Nedenlerine daha sonra değineceğim, ancak öncelikle neden PoE’nin muhteşem bir oyun olduğunu ve oynamayan herkesin çok şey kaçırmış olacağını düşündüğümü aktarmaya çalışayım.
İddia Ediyorum ki…
Pillars of Eternity, günümüzün RPG klasiği olacak ve tıpkı Baldur’s Gate, Fallout ve Torment gibi yıllar sonra da oynanabilecek bir oyun olarak hatırlanacaktır ve Witcher 3 ve Fallout 4’e göre çok daha yavaş yaşlanacaktır. Bunu açıklamak için oyunun artı (ve eksi) yönlerini kategorilere ayırarak ele alayım.
Öncelikle oyunun geçtiği dünya Eora, tamamen yeni yaratılmış, tarihi, ırkları, devletleri, sosyal ve kültürel altyapısı, uluslararası ilişkileri oya gibi ince ince işlenmiş bir dünya. Oyunun geçtiği bölge olan Eastern Reach’in güncel durumu büyük oranda 1500’lerin Avrupa’sını andırsa da, tarihi ve her orta çağ fantazisinin olmazsa olmazı büyü ile ilişkisi çok acayip. Dünyanın tarihinde çok büyük ve görkemli Aedyr İmparatorluğu var. Sıkça harabeleri ile karşılaşacağınız imparatorluk, inanılmaz derecede gelişmiş ve bilinmeyen sebeplerle çökmüş. Bu dünyada ruhlar, bedenden ayrı birer varlık ve birçok anlamda manüpile edilebiliyor. Ruhlar, bedenler vadesini doldurdukça başka bedenlere geçiyor ve bedenler unutsa da ruhlar tüm hayatlarını hatırlıyor. Hatta animancy adında bir bilim dalı ruhları inceliyor, tedavi ediyor ve bazen de korkunç şeyler yaratabiliyor. Cipher adındaki oyuna özel class ise ruhlara doğrudan dokunabiliyor. Size bunlar detaylı anlatmamın sebebi, oyunun hikayesinin de doğrudan bunun üzerine kurulmuş olması.
Bu hikayeyi özetleyecek olursam (böylece olup biteni kavramak için benim gibi haftalarca bütün dokümanları okumak zorunda kalmazsınız); ana karakteriniz, yabancı diyarlardan Eastern Reach’e gelirken şahit olmaması gereken bir olaya şahit oluyor ve hem ruhu uyanarak eski hafızalarına kavuşuyor, hem de az rastlanır bir Watcher oluyor, yani insanların ruhlarıyla ya da serbest ruhlarla doğrudan konuşabiliyor. Ancak tüm bunların aynı anda olması bize çok fazla geliyor ve delirmeye başlıyoruz. Lanet addettiğimiz bu hediyeden kurtulmaya çalışırken çıktığımız yolculuğumuz, bizi savaştan çıkmış bu topraklardaki asıl lanetle yüzleştiriyor.
Oyundaki tanrılardan Eothas, bir süre önce Waidwen adlı bir insan vücuduna bürünüp kendi toprakları olan Readceraslıları, komşu ülke Dyrwood’u işgal ettirmek üzere yola çıkmış ancak bir grup Magran rahibi Godhammer adında dev bir bomba yapıp Waidwen’i yok etmiş. Ancak bu buruk bir galibiyet olmuş, zira o gün bugündür Dyrwood topraklarında tüm bebekler ruhları olmadan doğuyormuş. Animancerlar her yolu denemiş (ruhsuz bedenlere hayvan ruhu yerleştirmek de dahil) ancak bir ilaç bulamamış. İşte biz de kendi derdimizle birlikte bu gizemi çözmeye çalışıyoruz. Elbette onlarca yan görev de karşımıza çıkıyor. Ana oyun bize toplamda 60 saatlik bir oyun süresi sunuyor ki, eğer acele etmezseniz ve oyunun gerektirdiği gibi bol bol okursanız bunun 5-6 katı kadar sürebilir. Oyunun hikayesinin, dünyasının ve görev içeriğinin benden tam not almanın yanı sıra ufkumu açtığımı söylemeliyim. Kaldı ki; open-world oyunlarda olduğu gibi “şunu topla – bunu tamamla” gibi görevlerin olmadığını hesaba katarsak, bu içeriğin hiç bir kısmı doldurma değil. Dolu dolu zindan keşfedecek, maceradan maceraya koşacaksınız ve eğer isterseniz bolca okuyup araştıracaksınız.