Prosedürel Üretimli Evrenler ve Keşif Hissi
Huyum kurusun, ara ara hangi konuda eğitim gördüğüm damar yapıp ortaya çıkıyor ve seçme sapan analizler yapıyor buluyorum kendimi. Bu sefer No Man’s Sky ve öncesi ve sonrasındaki bağımsız yapımcı prosedürel üretimli evrenlere sahip oyunlar bu analize neden oldu.
Basitçe diyeceğim şey, bu tür oyunların bizim günümüzün Google Earth’sal dünyasında aradığımız ve bulamadığımız mistik diyarlara ve onlarla bağlantılı olarak içimizdeki keşif hissini doyuran birer yanıt olduğunu düşünmeye başladım.
Ki bu hissin atalarımızdan kalan bir şey olduğunu söylersem sanırım çok itiraz etmezsiniz. Homo Sapiens oturduğu yerde duraduran bir tür olmadığı için tarihin ilk dönemlerinden beri bir baştan bir başa dünyada yayılan bir tür. “O dağın ötesinde ne var?” sorusu “o denizin ötesinde ne var?”a o da hatta o göğün ötesinde ne var sorusuna neden oldu zannımca. Bu sorulara yanıt bulmak için ortaya çıkan coğrafya, kartografi, astronomi ve akabinde roket biliminin neler başardığı ortada. Biz de ayrı bir cinsiz nitekim zira bilmediği ya da ulaşamadığı yerlere “Burada ejderler var” diyerek haritada boş yer bırakmaktansa mit yaratmayı tercih ediyoruz.
Neyse, konuyu antropolojik düzlemden biraz olsun çıkartarak tekrardan konumuza dönelim. Prosedürel yaratılan oyunlardan önce bu güdüyü tatmin eden oyunlar veya eserler yok muydu, vardı tabii ki. Hatta tüm kaçış edebiyatını (bilimkurgu ve fantastik kurgu) buna dahil edebiliriz diye düşünüyorum. Oyun denilen kavram zaten tanımı gereği kendine özgü bir gerçeklik yaratan bir şey. Johan Huizinga’nın Homo Ludens adlı oyunun kültür ve toplum üzerindeki etkisini inceleyen kitapta verilen tanıma atıfta bulunursak:
Oyun dediğimiz kavramın beş olmazsa olmaz özelliği vardır:
• Oyun özgür iradeyle oynanır, zorla “oynatılan” şey oyun değildi
• Oyun “gerçek” veya “normal” hayat değildir
• Oyun “gerçek” hayattan yer ve süre olarak ayrıdır
• Oyun düzen yaratır ve düzenlidir.
• Oyunun parasal bir hedefi yoktur ve kar edilmez.
Buna örnek olarak saklambaç veya yakalamaca oyunlarını örnek verebilirim ben. Bu oyunların belli kuralları vardır, “gerçek” zaman veya mekandan bağımsızdır. Genelde “baban eve geliyo” diye bağıran bir anne ile oyun biter. Ancak o zamana kadar oyuncuların paylaştığı kendi paralel evrenindedir dersek çok da yanlış bir şey söylemiş olmayız.
Edebiyat konusuna tekrardan geri dönersek aklıma gelen ilk eser “Binbir Gece Masalları” ancak eminim ki daha eski eserler vardır. Herodot’un Tarihçesi’ndeki yerlerin bir kısmının hayali olduğunu düşünürsek o bile girebilir. Sonuç olarak insan hayal eden ve yazıyla veya resimle bu hayalini başka bireylerle paylaşan bir türdü hep.
Daha sonra bu bağlamda en fazla etkisi olduğunu düşündüğüm oyun bana göre World of Warcraft’dır. Ondan öncesindeki bilgisayar oyunlarının etkisiz olduğunu söylemiyorum, mesela Amiga zamanında başlayan Might and Magic destanı aklıma ilk gelen örnek. Ancak o zamanlarda RYO janrı çok yaygın olmadığından genele yansımadığını düşünüyorum. Bu arada belirteyim ben WoW oynayan bir insan değilim, yapı gereği (ve kötü İnternet bağlantılarına sahip olduğumdan dolayı) MMO janrına bir türlü giremedim, bu saatten sonra da girebilesim çok yok. Ancak oynayanları gördüğümden ve tepkilerinden anladığım kadarıyla orada da keşif hissi aslında insanları güdüleyen şey. Yeni eklentilerle beraber gelen yeni diyarları keşfetmek, oralarda neler olduğunu görüp hakim olmak ihtiyacı ile insanlar senelerdir oynuyorlar bu oyunu.
Ancak günümüzde değişen şeyin, özellikle prosedürel üretim evrenlerle beraber, bu keşfin iyice kişiselleştirilmesi olduğunu düşünüyorum. Eskiden bu keşifler paylaşılabilir evrenlerde oluyordu, yani WoW örneğinden gidersem sizin sözgelimi Alderac dağlarında bulduğunuz bir şeyi başka bir arkadaşınıza göstermeniz belli bir x,y,z koordinatına bakıyordu. Ancak bu üretilen evrenlerde, eğer yapımcı “seed” denilen evreni üretmekte kullanılan tohumu vermiyorsa, bir arkadaşınıza bu keşfi göstermenizin tek yolu ya ekran görüntüsü almanız ya da sözle anlatmanız. Yani bir nevi bu tarz oyunlar bize kendi Formosa’mızı yaratıyor. Gerçekliği sadece bizim dilimizde ve bizim özelimizde var olan ama bilinen anlamda var olmayan bir ülke. Biraz anlatayım size, ha bire Formosa deyip duruyorum:
Formosa, George Psalmanazar tarafından ortaya atılan ve Tayvan dolaylarında olduğunu söylediği bir ülke. Hatta kendisini de oralı olarak tanıtıyor ve “Formosa’nın Tarihi ve Coğrafi Tarifi” adlı bir kitap yazıyor. Burada başkalarının yazdığı Aztek ve İnka seyahatlerinden bir amalgam yaratıp İngiltere’de hatrı sayılır bir ün kazanıyor. Dil falan icad ediyor adam hatta yalancının mumu ilkesi gereği bir yerden sonra foyası ortaya çıkıyor adamın.