Suların Altında Big Daddy’lerle Bir Başımıza: Bioshock

Merhaba sulu macera (kelime oyunu değil aslında) severler. Uzun süredir yazamama sebebim olan oyun, Bioshock ile karşınızdayım. Ben üstümü başımı kurularken siz de yazıya buyurun.

Baştan Başlayalım: Bayağı Şok!

Oyunumuzun ilk anlarında, canlandırdığımız karakterin gözünden bir uçakta olduğumuzu görmekteyiz. Sanırım viski yada portakal suyu istiyoruz. Ancak gelemeden (tahmin edilebileceği gibi) uçak düşmeye başlıyor. Detayları verilmeyen düşüşten sonra da gözlerimizi, bizi karşılayan tipleri görerek açıyor ve maceramıza başlıyoruz. Daha ilk anda oyun, dikkati üstüne çekmeyi başarıyor; uyanırken bizi karşılayanlar bir adet Big Daddy ve yanındaki küçük kız. Kafalar karıştı değil mi? Hemen karışmasın çünkü ilerleyen bölümlerde bol bol karışacak.

Rapture, Sana Bunu Kim Yaptı?

1960 Yılındayız. Kendimize geldikten sonra (ufak bir seyahat sonrasında) Rapture şehrinde buluyoruz kendimizi. Rapture, kendisi ilk andan itibaren bazı özellikleriyle belli ediyor; Su altında, ilginç bir yapı-mimariye sahip ve terk edilmiş… çoğunlukla.

Soru şu: 5 Kurşunla bu arkadaş iner mi?

İlk olarak denizin altında bir şehirde olma fikri bir hayli ilginç. Evet aslında dünyanın en kendine has fikri değil, bir çok bilimkurguda gördüğüm su altı yaşam Rapture şehri için de geçerli. Ancak işleniş ve oyuncuya yaşattığı deneyimler adına artı puanda. İlk olarak yapımcıların “şehri su altına koyduk, başka bir şey yapmasak da olur” şeklinde bir düşünceleri olmamış. Oyun boyunca şehirde koştururken gerek manzarası olsun, gerek köprü yerine kullanılan cam borular olsun, gerek deniz yaşamı olsun bunların hepsi gerçekçi hissetmemize sebebiyet veriyor. Durum böyle olmasına rağmen gözünüzün önünde bir deniz altındaymış gibi bir görüntü oluşmasın; sadece dışarıyı gösteren camlarda bu duygulara giriyoruz, haricinde gezdiğimiz mekanlar tam 1960’ları yansıtıyor. Yani içerideki ve dışarıdaki hayat birbirinden oldukça farklı yüzyıllara ait gibi ama bir anlamda da kopuk değiller. Bu dengeye ben başarı diyorum, siz ne dersiniz?

Biz etrafa hayran hayran bakarken duyduğumuz bir ses ile irkiliyoruz. O ses bize “buraya turistik amaçlarla gelinmemesi” gerektiğini hatırlatıyor. Böylece bir silah bakmaya başlıyoruz…

Alev Toplarından, Telekinesiye, Altı Patlardan, Tommy’ye, Ne Vereyim Abime?

Tüm oyunlarda grafikler önemli olsa da bence, FPS tarzında grafik daha hayati olduğunu düşünenlerdenim. Sonuçta karakterin gözünden görüyor ve başka açılardan görülmeyecek detayları bu açıdan görmemiz mümkün oluyor. Günümüzde artık FPS eşit değildir silah formülü geçerli olsa da Rapture’da kendimizi savunmak çok önemli. “Splicers” isimli arkadaşlarımız hem bize hem de birbirlerine dünyayı dar etmeye yeminliler. Bu arkadaşlardan çok detaylı bahsetmeyeceğim ama farklı türleri, taktikleri olanlar var. Sizde yavaş yavaş huylarını öğrenip kendinizi ona göre ayarlıyor ya da Rapture’un kurbanları arasına katılıyorsunuz.

Konudan uzaklaşmayayım, kendini savunma diyorduk. Öncelikle kurşunu olan bir çok silah, ilerledikçe emrimize veriliyor; altı patlar, tommy gun (yuvarlak şarjörlü, karizmatik, karizmatik olduğu kadar da öldürücü bir otomatik tüfek) pompalı ve roket atar gibi… Ancak hemen uyarayım, oynadığınız zorluk derecesine göre değişse de kurşun kıtlığı var diyebiliriz. Özellikle orta yada zor seviyelerde oynayan arkadaşların mutlaka attığını vurması, ve atılanın kendilerini vurmaması için hızlı olmaları gerekiyor. Ben ki eski oyuncuyum diyebilirim çok zorda ilerleyemedim itiraf ediyorum.

Kurşunlar az olsa da, sadece bir silah için tek bir kurşun çeşidi yok; zırh delen, ya da insan eti parçalayan (anti personel’i böyle çevirmek?) seçenekler de mevcut. Bunlar akıllıca kullanıldığı zaman kurşunlarımız bize kalabiliyor, bizde çevremizdeki umutsuzluğa rağmen mutlu mesut ilerliyoruz.

Hani Alev Topu Vardı?

Olmaz mı? En güzelinden en büyüğünden var. Ama Adam olana…Bakın işte bu bir kelime oyunuydu. Rapture’u özel yapan şeylerden biri de insanların üstünde yapılan sayısız deney ve DNA’lardaki değişim. ADAM denilen maddeye ulaştıkça doğaüstü güçlerimiz oluyor. ADAM, aslında güç almak için ödediğimiz para gibi bir şey olarak düşünebiliriz. Güçlerimiz birbirinden farklı kaynaklardan (plasmid ve tonic) alınıyor. Tabi gönül isterdi ki tonic’leri kendimiz yapalım, istediğimiz malzemeden istediğimiz kadar koyalım ekonomik olsun ama olmuyor maalesef. İstediğimiz plasmid ve tonic’leri çeşitli makinelerden alıyor ya da buluyoruz. Sonrasında aktif tutmak istediklerimizle istemediklerimizi ayırıyor ve yine bazı makinelere gelince bu seçimleri değiştirebiliyoruz. Belki de en güzel tarafı bir elimizde kurşunlu bir silah varken diğerinde de güçlerimizi kullanabiliyoruz. Yani bir düşmanı önce kurşuna dizip, sonra alev topu atıp, sonra tekrardan kurşunlamamız mümkün. Tamam ama bunu yapabiliyoruz diye her düşmana da böyle azap çektirmeyin olur mu? Azap çektirilmesi gereken kişiler yok değil…

ADAM Varken EVE’den Bahsetmemek Olur mu?

İnceden bir espri anlayışına sahip olan oyunun yapımcıları, yukarıda saydığım özel güçleri kullanmak için kendimize EVE adlı mavi iğneyi çatur çutur vurmamızı istiyorlar. “Dur yapma ben iğneden korkarım” desek de çaresiz kalıyor ve Eve üstüne Eve basıyoruz. Sol üstteki kırmızı can barının altındaki mavi bar da Eve’imizi gösteriyor. Zamanla Eve’leri ve diğer tüm güçleri geliştirmek mümkün. Örneğin bir upgrade ile bulduğunuz sistemi “heck” ledikten sonra hem can hem de mana pardon Eve kazanmak mümkün oluyor. Sistem heck’den bahsetmedim mi? En büyük sorun o olsun, hemen bahsedeyim.

Matrix de Neymiş?

Oyunda sadece Rapture’daki çılgınlarla değil aynı zamanda teknolojik meydan okumalarla da karşılaşıyoruz. Bir kere para çok önemli. Her türlü kurşunumuzu ve ilk yardım çantamızı satın almamız gerekiyor. (Bu devirde para olmadan oyunun baş karakteri bile olamıyoruz)  Evet düşmanların üstünden de alabiliriz ancak yetmiyor çoğunlukla, bu sebeple akıllı alış veriş yapmak önemli pazarlık ise sünnettir(?) Makinelerle pazarlık yapamasak da bir şeyler satın almadan önce makineyi “heck” lediğimiz zaman fiyatlar çok daha kelepir oluyor. Tabi bu işin de kendine göre riski var; “Heck” işlemi için ufak bir oyun oynuyoruz. Amacımız bir noktadan başlayan suyu, doğru boru parçalarını kullanarak gideceği yere ulaştırmak. Tabi bunu belli bir süre içinde ve hatasız yapmamız gerekiyor. Başarırsak alışverişi indirimli yapabiliyor ve farklı satın alınacak eşyalara ulaşabiliyoruz. Ancak başaramazsak çarpılıyoruz. Yani çarpılıyor muyuz tam belli değil ama canımızdan gidiyor. O yüzden dikkat etmekte fayda var.

ADAM Nerede?

Bioshock denince aklımıza ilk gelmesi gereken şey Bid Daddy’ler ve yanlarındaki küçük kızlarımız. Bir başka oyunda pek fazla bu ikili benzerine rastlayamayacağımız bu arkadaşların oyundaki yerleri büyük. ADAM dediğimiz olay küçük kızlarımızdan çıkıyor. Evet yani… çıkarabiliyorsunuz. Oyunda karşılaştığımız Big Daddy’ler aslında saldırgan değiller görünce hemen silah ve delici aletine sarılmıyorlar. Onların tek derdi yanlarında dolaşan küçük kızları korumak. Peki küçük kızların derdi ne? Onu söyleyemiyorum, oynayın görün bakalım hayattan beklentileri neymiş?

Ben başka bir konuya su atmak istiyorum; Ciddi miktarda ADAM istiyorsanız küçük kızlardan “harvest” ederek almanız gerekiyor. Tabii bunun için de Big Daddy’leri alt etmeniz gerekiyor. Yakın dövüşte rakipleri delmek için donatılmış ve menzili silahı bulunan türleri ile iki ayrı Big Daddy var. Bu arkadaşları hallettikten ve korudukları küçük kızları göz yaşına boğduktan sonra, kızların kaderi bizlere kalıyor. Eğer istersek onları kurtarabiliyor ya da içlerinde ADAM’ı alabiliyoruz. Kurtarmayı seçersek onlar da bize (yine içinde çeşitli işe yarar malzemeler olan) bir oyuncak ayı bırakıyor. İstediğinizi seçebilirseniz ama senaryonun bir iyi bir de kötü sonunun olduğunu unutmayın…

Denizden Gelen Sesler

Doktorun tedavisinden sonra iyileşmek ne mümkün…

Grafikler, ses ve müzikler gayet yerinde tam 1960’lar diyebiliriz. Ancak yapay zeka için 1900’lerin başı diyebiliriz. Big Daddy savaşları güzel, girmeden cephanenizi kontrol ediyor, silah ve stratejinizi hazırlıyorsunuz. Sonra da ALLAH ALLAH efektiyle saldırıyorsunuz, bunlar güzel. Ancak geri kalan düşmanlar genelde çok zeki ya da taktiksel değiller. Muhtemelen su altında çok fazla kalmaktan olacak ki tekinsiz, garip hareketleri var. Bizi görünce koşup saklanan mı dersin, üstüme doğru ölümüne koşan mı dersin (Pardon elimde makine tüfek ya da roket var. Hani koşmasan mı acaba?)  birbirlerinden farklılar. Çok kolay ölüyorlar demiyorum ama daha iyi bir şeyler yapılabilirdi. Gerçekten de bu sanat eserine gölge düşüren kısımlardan.

Şok’un Sonu

2K Boston’a ve 2K Games’in ellerinden çıkan oyunumuz için artık biraz eski olsa da kesinlikle oynanması gereken oyunlardan diyebiliriz. Belki bitirecek kadar sevmeyebilirsiniz ancak mutlaka bu deneyim yaşanmalı. Tabi günümüz grafikleri ile kıyaslama yapmak çok doğru değil ama grafik ve biraz engelli düşmanlar sizin için sorun değilse mutlaka bir tadına bakılmalı diyebilirim. Bunun daha ikisi var üçü var…

Bir sonraki yazıda buluşuncaya dek Bir elinizden toniğin diğer elinizden tabancanızın eksilmemesi dileğiyle…

Yorumlar