Sunless Sea: Tayfalarını Yiyen Kaptanın Hikayesi
Şimdi gözlerinizi kapayın ve Victoria dönemi Londra’sını düşünün (Eğer görsel referans lazımsa Johnny Depp’in oynadığı From Hell’deki Whitechapel sokaklarını hatırlayın). Şimdi sanki ortam yeterince karanlık değilmiş gibi gökyüzünü daha da karartın, şehrin üzerine bir yarasa sürüsü çöksün. Şehrin kendisini de çökertin, şöyle bir mil kadar yeraltına insin, güneş filan görmez olsun, etrafını da kapkaranlık bir denizle sarın, sonra da uçsuz bucaksız bu denize bilinmedik kıtalar ve adalar serpiştirin, oldu mu size Fallen London atmosferi.
Tahmin ettiğiniz gibi Fallen London, alternatif bir evrendeki Victoria dönemi Londra’sı. Şehre hükmeden Hain Kraliçe (Traitor Empress) , kocası Albert’ın hayatını kurtarmak için 1861’de büyük bir anlaşma yaparak şehrini satmıştır, Londra Unterzee’ye (Under Sea) düşen beşinci şehirdir.(*) Sunless Sea’nin başlangıcında, Londra yerin altına düşeli 30 sene olmuştur ve bu süre zarfında Kraliçe sarayından hiç çıkmamıştır. Hikaye inanılmaz uzun ve detaylı, ben de bu evrene yeni bulaştığım için fazla bilmiyorum ve kısa bir net araştırmasıyla değil ancak oynayarak öğrenilecek türden, çünkü pek çok noktası gerek geliştiriciler, gerek oyuncular tarafından sır gibi saklanıyor ki, bence takdir edilesi.
Sunless Sea, Failbetter Games’nin (adında meymenet yok) başlattığı Kickstarter’ın bize kazandırdığı bir oyun. Firmanın bir önceki tarayıcı oyunu Fallen London (eski adı Echo Bazaar) ile aynı evrende geçiyor; zaten ücretsiz bir oyun olduğu için hemen deneyebilirsiniz, ancak metin bazlı oyunları sevmiyorsanız önermem, sıkılabilirsiniz. ÇOK FAZLA okuma yapmanız gerekecek ve “İşten dönünce stres atmak için oyun oynuyorum, bana aksiyon lazım,” diyorsanız ne Fallen London’u, ne de Sunless Sea’yi (metin bazlı sayılmaz ama yine de hikaye ağırlıklı) size önermem.
Eğer hikaye meraklısı biriyseniz ve eski metin bazlı oyunlara aşinaysanız, doğru yerdesiniz. Ancak yine de uyarmam gerek, benim gibi yön tuşlarını düz kullanan biriyseniz ve azıcık da sakarsanız kontrollere alışmanız biraz zaman alabilir, ama ben Mass Effect’teki Mako sahnelerini güç bela geçebilmiş biriyim, ekstra beceriksizimdir o yüzden çok da aldırmayın. Oyun mekanikleri çok detaylı olduğu için adapte olmanız biraz zaman alabilir, neyse ki kapsamlı bir Help menüsü yapmışlar. Oyuna başlarken hazır geçmişlerden birini seçebilir, ya da kimin nesi olacağınıza sonradan karar verebilirsiniz. Nasıl kaptan oldunuz, hayatınızın amacı ne gibi bir sürü soru gelecek. Fallen London’a buradan ulaşabilir, hatta aynı soru cevap yöntemini baz alan kendi oyunlarınızı yaratabilir ya da başkalarının yarattıklarını oynayabilirsiniz.
Şimdi oyun size en başta diyor ki, bütün bunlar oldu bitti, artık Londra böyle ve değiştirmek için yapabileceğin hiçbir şey yok, vedalaş! Sunless Sea’de bir kahraman değilsiniz, amacınız en kötü şartlarda en iyi şekilde hayatta kalmaya çalışmak, tıpkı Darkest Dungeon gibi. Sunless Sea, karanlık sularda kendi hikayesini yaratmaya çalışan bir denizcinin maceraları şeklinde adlandırılabilir, ama nasıl? Jules Verne’nin Dünyanın Ucundaki Fener’ini okumuş muydunuz? Hani orada tanrıların unuttuğu bir yere fener yapılır ve üç nöbetçi bırakılır ya? İşte oradaki yalnızlık hissini alın, gündüzleri tamamen ortadan kaldırın ve sabit bir yerde beklemediğinizi, bilinmeyenlerle dolu bir denizde “başıma her şey gelebilir” korkusuyla hareket ettiğinizi düşünün ve bir yandan keşif heyecanını da ekleyin. Kraliçelerin halklarını sattığı ve deniz canavarlarının gerçek olduğu bir çağdasınız. Hani çocukluğunuzda kaptan ya da astronot filan olmak istediyseniz ve içinizde hala olamadığınıza üzülen bir parça varsa, hemen bu oyunu alın ve oynayın derim.