Tomb Raider – Dağları Yek Başına Delen Kadın
Rise of the Tomb Raider
Yamatai üzerinden aşağı yukarı bir yıl geçtikten sonrasını konu alıyor ikinci oyun. Lara babasının ölümü yüzünden kendisini kötü hissetmekte, herkes gibi ona yüklendiği için vicdan azabı çekmektedir. Babasının Devine Source’u araştırdığını öğrenince de bu işin peşine düşer. Ölümsüz Peygamber’in mezarında olduğu vaat edilen bu eşyanın izini Türkiye’ye kadar sürer. Oradan da gizli gizli, kaçak bir şekilde sınırdan geçip savaş alanında ilerlerken peşlerine takılan ve kendisini bir apache helikopteri olarak tanımlayan cisim araçlarına ateş açıyor. Sürücü ölüyor, Lara kurtuluyor. Peygamber’in mezarını buluyor. İçini bir açıyor bakıyor ki boş. Tam bu sırada Trinity askerleri içeri doluşuyor ve Lara kendisini mezarın içerisine kapatıveriyor. Trinity askerleri mezarın taşını itekleyince de elinde silahla fırlayıveriyor ve ilk defa Konstantin ile tanışıyor.
Sonra bir şekilde Lara kendini oradan kurtarıyor ve kendisini İngiltere’de çok uzun zamandır gitmediği Croft Malikanesi’nde buluyoruz. Aile mirasından pay alamayacağına yönelik inatçılığı yüzünden Amcası ile araları pek iyi sayılmaz. Lara da babasının ona bir vasiyet bıraktığına inanarak evi talan ediyor. Bir şey bulamıyor ancak Peygamber’e bağlanabilecek bir ipucu buluyor ve efsanevi Kitezh’i bulmak üzere yollara koyuluyor.
Kitezh hakkında şu kadarını söyleyebilirim; Rusya’nın Atlantis’i. Tekrar ediyorum, yazarların peygamberler ve alternatif Atlantis’ler ile bir alıp veremedikleri var.
Dürüst olmam gerekirse ikinci oyun birincisi kadar beni içerisine almadı. Bilemiyorum belki de ilk oyunun konu aldığı efsane benim hali hazırda çalışmakta olduğum kültürün bir parçası olduğu için bana daha etkileyici gelmiş olabilir. Ama sanki ikinci oyunda hikayeden çok insanlara aksiyon yaşatalım oyunu yapmaya çalışmışlar. Bir eksik varmış da onu daha fazla adam dövmekle kapatmaya çalışmışlar gibi geldi diyebilirim. Kötü müydü bu aksiyonlar? Hayır, ama daha az olabilirlerdi.
Bunun yanında çevresel faktörlerin Lara’yı etkileyişi hoşuma gitti. Yumuşak karda yürürken yalpalaması, soğuk suya girerken “Eyvahlarım olsun dondurmaya döneceğim.” gibi replikleri ile güzel olmuş. Tabii ki de dondurmaya döneceğini söylemiyor. O benim kendi çevirim.
Aynı zamanda bir nebze aile draması da içeriyor ikinci oyun. Ana, Lord Croft’un sevgilisi, ikinci oyunun kötü karakteri Konstantin’in kız kardeşi ve bir hastalık sebebiyle ölüm döşeğinde. Anlaşıldığı üzere de uzun bir zamandır. Öğreniyoruz ki Ana aslında Trinity tarafından Croft ailesine yanaşma görevi verilmiş bir ajan. Ancak uzun zaman boyunca Croft ailesi ile o kadar yakınlaşıyor ki; Trinity ve hatta kendi kardeşi bile onu duygusal olmak ile suçluyor. Hatta ve hatta Lord Croft’un ölümü ile ilgili olarak da adamın aslında intihar etmediğini Ana tarafından öldürüldüğünü öğreniyoruz. Ana bununla da kalmıyor Konstantin’i mesih olduğuna inandırıyor. Tanrı’nın seçilmişi olduğundan yana telkinlerinin başlangıcı tam da Konstantin’in hayatta bir gayesinin olmadığını düşündüğü zamanlara denk geliyor. Adamcağız kırılgan, narin. OLLEY BEE AMAÇ! diyerek Trinity’nin maşası haline geliyor.
Trinity’nin ne olduğu, başında kimin olduğuna dair yine pek bir bilgi alamıyoruz bu oyundan. Ümitlerimizi üçüncü oyuna yöneltiyoruz bu noktada. Çünkü, Marvel’ın yapmayı çok sevdiği şeyi bu oyun da yaparak, ufak bir after credits scene konmuş; Ana ve Lara karların arasında yürürlerken Ana’yı bir öksürük krizi alıveriyor ve olduğu yere çöküyor. Babanı ben öldürmedim çünkü onu çok sevdim, diye başlayan konuşması bir Trinity keskin nişancısı tarafından vurularak yarım bırakılıyor. Buradan da benim çıkarımım gelecek üçüncü oyun Trinity’nin doğrudan Lara Croft’un kendisine oynaması üzerine olacakmış gibi.
Alıcı Gözüyle Bakacak Olursak
Oyun muhteşem bir konsol oyunu, fare/klavye şeklinde oynanmamalı. Konsol kolu ile oynanırsa daha rahat oluyor, eğer nişan almada sorun yaşamayacağınızı düşünüyorsanız bana kalırsa kol ile oynamalısınız.
Grafikler şahane; tek bir derdim var, BU KIZIN SAÇLARINI YAPAMIYORLAR! İlk oyunda kendi iradesine sahip, içine hava basılan dans eden balon adamlar gibi oradan oraya, herhangi bir mantık çerçevesi içerisinde olmadan savrulurken, ikinci oyunda da her daim suyun altında efekti ile aşırıya kaçılmış bir şampuan reklamı saçı gibi görünüyordu. İlk oyunda çevre modellemeleri oldukça keyifli, Çin etkisinde kalmış Japonesk mimariler göze çarpıyor ki, bu da çevreden sorumlu oyun bakanlarının derslerine iyi çalıştığının bir göstergesi.
Tomb Raider ve Rise of the Tomb Raider’da kullanılan yüz modelleri ise birbirlerinden farklı ve aradaki farkı görebiliyorsunuz. Model isimlerini ararken de internetin bu değişiklik yüzünden oldukça çalkalanmış olduğunu gördüm. Muhtemelen daha önce de dediğim gibi nerd-rage’e girecek yer arıyor millet. Benim düşüncem ne peki bu değişiklik hakkında? E ikisi de olmuş. İlk Lara biraz daha bebeksi suratlı, tombik yanaklı, tontiş bir kız. İkinci Lara hala daha o bebeksi edasını koruyor ama daha sert bir mizaca sahip. Ki zaten iki oyun arasında da oyun içi zaman da ilerlemiş olduğu ve Lara’nın başından sadece Yamatai olayı geçmemiş olduğunu düşünürsek aradaki bu evrimi doğal karşılamak gerekir. Kız hayatın sillesini yiyor; ilk o toy halinden eser kalmıyor, NE OLACAKTI? Rise of the Tomb Raider’da ise mimikleri muhteşem yapmışlar. En ufak kas hareketinin yüzdeki ifadeye farkını görebiliyorsunuz.
Yetenek Sistemi
Skill sistemine gelecek olursak, iki oyun da seviyeli Tier’ler şeklinde ilerliyor. Yani, bir seviye Tier’e yeteri kadar yetenek puanı harcarsanız bir üst seviye Tier’e de puan verebiliyorsunuz demek. Üç adet yetenek ağacı var; Survivor, Hunter, Brawler. İlk oyunun yetenek ağacı ikinci oyununki yanında biraz daha basit kalıyor. Bunu kötü bir şey olarak söylemiyorum, ikinci oyunda ki yetenek ağacında boşuna harcadığımı düşündüğüm şeyler var. Mesela “Silent Fall”. Sözde yüksek yerlerden atladığında etraftaki düşmanların dikkatini çekmeden, sessizce atlamasını sağlayacak bu yetenek, hiçbir işe yaramıyor. Yine Lara acilen tuvalete yetişmesi gerekiyormuş gibi sesler çıkararak yüksek yerlerden düşüyor ve bir anda on kişinin lazerleri arasında kendinizi bulabiliyorsunuz. Ayrıca ikinci oyuna eklenen yeni bir özellik daha var. Etrafta gezerken bulduğunuz kitaplardan kadim yetenekler öğrenebiliyorsunuz, bunlar standart yetenek ağacında olmayan yetenekleri açmanıza olanak tanıyor.
Ekipman
İlk oyunda eksikliğini oldukça hissettiğim bir şey vardı; bomba yapımı. Herkes üzerinize sağdan soldan bombalar, molotoflar yağdırırken siz ancak sağda solda bulunan varilleri vurup patlatabiliyordunuz. İkinci oyunda sanırım bunun eksikliğini herkes hissetmiş olacak ki, etraftaki malzemelerden bomba yapmaya başlamış Lara. Hatta alevli okları da bir tık geliştirmişler. Repartuara patlayıcılı, zehirli ve tırmanılabilir oklar da eklenmiş. Tırmanış baltanız da artık ilk oyundaki gibi bir sopa ve bıçaktan oluşan mağara adamı baltası değil. Bildiğiniz profesyonel ve daha efektif olarak kullanabildiğiniz bir levye haline gelmiş. Aynı zamanda baltayı iple bir yerlere savurup tutunabiliyorsunuz.
Eşyalarınızın geliştirmelerini etraftan topladığınız, yağmaladığınız parçalar ve malzemeler ile yapıyorsunuz. İlk oyunda da bu şekildeydi ama sadece tek bir tür malzeme ile eşya geliştirmesi yapabiliyordunuz. Şimdi topladığınız kürkler, elektronik malzemeler ve türleri önem kazanmış. Eğer bir silahınızı geliştirmek istiyorsanız ve 10 adet somun eksikse, gidip kutu kırıp 10 tane somun bulamıyorsunuz. Hiç olmazsa oyuna konulan bir özelliğin boşa harcanmadığını görmek güzel. Sadece Brawler veya Hunter yetenek ağacındaki yetenekler önemli olmuyor, Survivor’a da önem vermek zorunda kalıyorsunuz.
Stealth
İkinci oyunda geliştirilen bir özellik daha, Stealth. RPG’lerde ben de severim bütün yetenek puanlarımın hepsini STR’ye vereyim, sol tıkla herkese tek atayım. Ama ayarında bir Stealth elementi olunca da çok hoş oluyor. Suyun içerisinde bekleyip köşeye yanaşan bir Trinity ajanını içeri çekip boğarak öldürmek, o çıkardığı köpükler… Anlayamazsınız. Veya ağaç üzerine tünemişken altınızdan geçen bir adamın üzerine elinizde Rambo bıçağı ile yukarıdan atlamanın verdiği o minimalistik Leap of Faith hissini… Aslında o kadar çok yerden düşüyoruz ki, o Leap of Faith hissini anlayabilirsiniz. Sen, ben Lara’nın düştüğü yerlerden düşsek, şimdiye ya moleküler düzeylerde bile yaşamıyorduk ya da kötürüm kalmıştık. Böylesi bir şans yok arkadaş…
Üçüncü Oyunu Beklerken
İkinci oyun kullandığı mitten ötürü değil de, Lara’nın aile ilişkileri bakımından daha güzel bir oyun olmuş. Lara’nın kendisi hakkında daha çok şey öğreniyoruz. Aile içerisindeki dramalar, Trinity’nin aslında hayatına ne kadar çok etkisi olduğu konusu daha ön planda. Daha büyük bir oyuna ve hikayeye temel hazırlıyor hissi uyandırıyor. Heyecan ile üçüncü oyunu beklediğimi bir onuncu defa belirtmeme gerek yok sanırım.
2018’in Mart ayında çıkması beklenen rebootlanmış Tomb Raider’ın filminin ne zamanda geçeceğine dair bir fikrim yok. Çizgi romanları oyunla paralel giden bir zamanda yazıp filmi ayrı bir zaman dilimine alırlar mı bilemiyorum. Bunun yanında, filmde hem Trinity organizasyonundan bahsediyorlar hem de ilk oyunu hatırlatan sahneler de gördük. Onu da geçtim, 2001 Tomb Raider’ı Lara Croft’un hal ve tavırlarına da büründüğünü gördüm. Bilemiyorum. Öngöremiyorum. Kafamda deli sorular.
-Notları arasına gömülerek, bu yazıyı burada sonlandırır.-