XCOM: Uzaylılara Karşı Savaşta Geçen Bir Ömür
Kabul etmek lazım, tanıştığım herhangi bir kıza “Çocukluk hayatımın büyük çoğunluğunu uzaylı istilasına karşı paramiliter bir örgütün kontrolünü alarak geçirdim” dersem “Aa manyağa bak” der ve koşarak kaçar.
Lakin gerçek bu.
Eski Zamanlar
X-Com temel olarak şu minvalde dönen bir temaya sahip: Uzaylılar dünyaya gelir, Birleşmiş Milletler X-Com (eXtraterrestial COMbat sanırım) adındaki gizli projeyi aktif eder. Bizi de başına geçirirler. Aslında iki alt oyundan oluşuyor diyebiliriz, birincisi gerçek zamanlı çalışan araştırma, üretim ve askerlerinizi donattığınız üs kısmı, ikincisi de tur bazlı taktik savaş.
Birinci kısım aslında oyunu götüren temel yer. Çünkü uzaylılara kıyasla zavallı ekipmanlarımız var. Adamlarımızın eline tüfek tabanca, kurşun geçirmez yelek yolluyoruz da karşıdan gelen plazmadır, lazerdir adamlarımızı kağıttanmış gibi yoluyor. Biz de gerek düşürdüğümüz ufolardan, gerekse öldürdüğümüz uzaylılardan aldığımız ekipmanları geriye dönük mühendislikle araştırıp kendimize ekipman yapıyoruz. İşte araştırma, işte geliştirme. Bu yağmalama olayı özellikle gerekli, zira para oyunda acayip sıkıntılı bir durum. Her ne kadar konsey size ara ara güzellik yapsa da, bina yapacağınız, üs kuracağınız, uçak alıp, ekipman yaptıracağınız zaman o kadar hızla gidiyor ki; o para leydim söylüyor gagam ağlıyor.
Ancak işin güzel kısmı şu, üs yönetiminin belli bir ağacı var. Yani yüzlerce defa oynadığınız zaman üç aşağı beş yukarı neyi nereye, ne zaman kuracağınızı çözüyorsunuz.
İkinci oyun ise taktik savaş kısmı, ki benim gibi çoğu insanın rüyalarına giren Chryssalid dehşetinin kaynağı da burası. Amiga döneminde henüz piksel piksel görünen oyun alanına rağmen, bu dehşeti yaşamanızın sebebi bence oyunun bu korkuyu yansıtmak için grafikten ziyade, durumu kullanması. Ufo düşürdünüz veya inmiş buldunuz veya bir şehri ele geçirmeye çalıştıklarını öğrendiniz, Skyranger’a atıyorsunuz adamlarınızı yallah gidiyorsunuz operasyona. İndiğiniz zaman tüm alanı göremiyorsunuz, adamlarınızın görüş açısı ile sınırlısınız. Uzaylılar da ampır ampır dalmayıp etrafınızdan dolanan, el bombası atan tipler olup, sizinkiler de özellikle ilk etaplarda nişan kabiliyeti olmayan ve arkasında kesekağıdı patlatsanız panikleyip tüm eşyalarını bırakacak cinsten adamlar olunca seyreyleyin neşeyi…
Uzaylılar da zaten tek cins değil, X-files izleyenlerin fena aşina olduğu gri uzaylılar “Sectoid” olarak karşımıza çıkıyor. Bir sürü tipte var da esas olay “Chryssalid”. Bu arkadaşlar adamınıza saldırdığında içine yumurta koyuyor ve sanırım 3 tur sonra adamınızın içinden bir Chryssalid daha çıkıp olaya giriyor.
Götürdüğüm en yüksek rütbeli adamın başına gelince bu olaylar, makinayı camdan atasım geliyordu gerçekten.
Dipten Gelen Korku
Bu oyun son derece tutunca, Microprose boş durmayıp X-Com: Terror from the deep adlı devam oyununu çıkarttı. Birinci oyunda adamlarımızı besleyip büyütüp, uzaylıların teknolojisine çökünce bu adamların Mars’taki Cydonia üssüne baskın yapıp uzaylı beyni yok ederek olayı bitirdiğimizi düşünüyorduk. Lakin uzaylıların ellerinin ve el yerine kullandıkları uzuvların armut toplamadığı gerçeği ile tanışmamız Cydonia’nın yok oluşu ile deniz altında milyonlarca yıldır uyku halindeki kolonilerini uyandıran bir sinyal göndermesiyle oluyordu. Bu koloninin niye ilk oyunda kullanılmadığını bilmiyorum. Çocuk halim bu senaryoyu değil, daha çok “uzaylılar bizimle savaşırken denizaltına üs koymuş” şeklinde algılıyordu ki; bu daha doğru gibi geliyor kusura bakmasın rahmetli Microprose.
Burada artık amfibik üslerimiz oluyordu. UFO değil, uzaylı denizaltıları ile savaşıyorduk. Deniz altında ve deniz üstünde çalışan iki ayrı grup silahımızla uzaylı istilasına karşı savaşıyorduk. Ama işte insanoğlu hain, Cydonia’daki üs patlayınca, aç gibi kapatılan X-Com’u en baştan kuruyorduk.
Günümüzde olsa, dlc olacak bir oyundu bu. Aynı motor, aynı teknoloji, farklı harita, teknoloji ağacı ve araçlarla yapılmıştı. Ha, biz şikayet etmiyorduk zira daha fazla Xcom demek kötü bir şey değildi nitekim.