Yediden Yetmişe Bir Anka Kuşu: Resident Evil Biohazard

Adam akıllı oyun oynayan herkesin başından bir Resident Evil hikayesi geçmiştir. Ya gece evde kendi başına oynayamamıştır ya da kazara planda yokken oyunu almış(benim gibi) delisi olmuştur. Başımdan geçen olayı kısa bir alıntı ile özetleyip hafif tarihçe hafif oyun incelemesi olacak olan yazıma geçeceğim sevgili kahramanlar:

“Sen hiç Resident Evil oynadın mı genç?”. “Rezident ivıl” mı? O da neydi, İngilizce yok bir şey yok o zamanlar. Böyle Türkçe konuşmak yerine İngilizce konuşan yurdum insanı yok (evet sevgili kahramanlar bu eleştiri hepinize) tabii, ben de “Aa abi o ney?” diye bir soru sordum. Kendisi sigarasından ağır ağır bir duman çekerek yüzüme üflerken nefesini vererek konuştu; “Zombili oyun”.  Allah Allah zombili oyun mu? Ben bir tek Evil Dead’ten biliyordum zombiyi, o ne olaydı ki? Sonra gizemli Mustafa Abi tekrar konuştu “Al bak pişman olmayacaksın!”. Mustafa abi ve yaptığı gizeme dayanamayıp, hakikaten oyunlara ve oyun keyfime yepyeni bir bakış açısı getirecek ve şimdi ki ayılıp bayıldığımız “survival horror” oyunların konsept danışmanı olacak olan oyunu alıp, eve doğru yol almaya başlamıştım.

Baker’s Manor

Bir malikanede bir grup özel timin başına beklenmedik bir olay geliyor; nedir peki o, zombiler?! çok klişe geliyor kulağa değil mi? Özellikle yaşı genç geeklerimiz için. Fakat işte bu oyun yapıldığında henüz klişe olmamış bir çok yeni bir konseptti bu. Zombileri Zombilerin Şafağı, Evil Dead vb. şeylerden tanımış bizim gibi yaşı biraz daha geçkin geekler için inanılmaz bir oyun o zamanlar. Şimdi ki gibi korku konseptli oyunlar da yoktu, ortalık hack’n slash FPS’lerden geçilmiyordu bir tane de üçüncü görüş oyun vardı elle tutulabilecek “Tomb Raider” (crash’leri tabii ki saymıyorum). İşte böyle bir kıtlık anında çıkıp gelmişti Resident Evil. Playstation 1’in gücünü sonuna kadar kullanıyordu. İlk zombi ile karşılaştığınız o kafanın dönüp size baktığı sahnede ne harcanan yiğitler gördüm ben…

Resident Evil

İlk oyun, sonra gelecek olanlara nazaran daha basit bir mekaniğe sahipti, bilmeceler öyle zorlayıcı değildi mesela en azından RE Nemesis’de ki gibi saç baş yoldurmuyordu. Birde üçüncü bakış açısı vardı ki açık ara FPS’den daha ilgi çekici gelmişti. Karakteri görerek yönetmek inanılmaz keyifliydi, yaralandığı zaman aksaması gerçekçiliği aşırı arttırıyordu. Kimin aklına gelirdi bir malikanede zombiler tarafından kuşatılıp bilmece çözmek? CAPCOM yapmıştı işte, baya da iyi kotarmıştı.  İnsanlar RE konuşur olmuşlardı ben hatırlıyorum arkadaşlarım aralarında “böyle bi oyun var ödün bokuna karışıyor zombi avlıyorsun!” Ee o zaman kimin İngilizcesi var ki oyun bizim için zombi avlamaktı, verdiği duygusal mesajları senaryo derinliği filan hak getire. Birinci oyun senaryosu yirmi küsür yıllık bir senaryo kurgusuna ve hala dahi dünyanın en çok bilinen hayali şirketinin temellerini atmıştı. Herkes şemsiyeyi bir tehdit unsuru olarak görmeye başlamıştı. Halen umbrella dendiğinde aklıma direkt olarak RE gelir benim.

Ben RE macerama ikinci oyunla başladım ve ilk oyunu hiç oynamadım, remastered’ının çıktığı şu günler dahil. Sonra hayatıma taşlar taşı Claire ile babalar babası korkusuz Leon girdi. Ne acayip oyundu öyle; bulmacalar vardı, daha önce görmediğim bir oynanış biçimi vardı, kamera açısına biz hakim değildik, oyun bizim için ayarlıyordu, düşmanın nereden geleceği belli değildi, oynarken resmen korkuyorduk, kurşunlar, silahlar hepsi sınırlıydı. Ama bu oyun hiç kolay değildi ki yahu! Bir hafta da bitirdim ikinci oyunu, İngilizce bilenlerden yardım aldım, kendi bildiğim kelimeler ile tarzanca çevirdim falan derken bir haftada bitirdim. Bu arada bir hafta diyorum, zira o zamanlar oyunlar böyle on saat filan değildi. Resident Evil’da yirmi saatlik bir senaryo modu vardı.

Üçüncü oyun öyle bir patlama yapmıştı ki seride; herkes “ssııtörrzzzz” diye böğüre böğüre geziyordu ortalıkta. Resident Evil 3 tek başına konsol sattırıyordu Sony’e. Üçüncü oyunun arkasından RE 4 gelmişti tam dört sene sonra. O da muhteşemdi; grafikler, bulmacalar ve yine Leon. Üstelik virüsümüz mutasyona uğraşmıştı. Ama bu oyundan sonra işler biraz kötü gitmeye başladı. Capcom baktı ki peynir ekmek gibi gidiyor seri, bir dört sene sonra daha RE 5’i çıkardı bu sefer ama beklenen olamadı, evdeki hesap çarşıya uymadı. Beşinci oyunda muhteşem bir grafik kalitesi tutturulmuştu (hatta ben ilk oynanışını izlediğimi hatırlıyorum da, daha ne yapacaklar artık demiştim. Bugün geldiğimiz kaliteye bakın! ) ama oynanışın RE ile alakası yoktu. Çok aksiyon filmi olmuştu oyun, hemen köklere dönüş feryatları duyuldu hayranlar tarafından, Capcom “tamam bakças” dedi ve RE 6’yı çıkardı.

Bu da sonun başlangıcı olmuştu. Artık RE serisini iyi bir aksiyon serisine dönüşmüştü ama özünü kaybetmişti.  Serinin verdiği o bilinmezlik tadı, bilmece çözerken tırnaklarını ısırtan zorluk ve karakterlerin yaşadığı duygusal bunalım kaybolup gitmişti.  Senaryo yaşamıyordu yani, hatta belki yoktu zira adamlar kıyamet olayını o kadar abarttılar ki Amerikan başkanını Leon’a öldürttüler.  Sonra ne mi oldu? Sonrası uzun bir sessizlik.

Yorumlar