Bebek Evi – Sandman’in Kabusları Şimdi Başlıyor
-
Zülfikar Yamaç
- Çizgi Roman
- 27 Mart 2017
Çizgi roman dünyasının rock starı, tür içerisindeki en karizmatik karakterlerden birine ev sahipliği yapan seride ikinci ciltteyiz. Noktürnler ve Prelüdler ile harika bir başlangıç yapmıştık. Düşlerin Efendisi Sandman ya da diğer adıyla Morpheus ile bir tanışma faslı olmuştu. Asıl macera ise Bebek Evi’nde başlıyor. Düşler krallığında yaşayacaklarımız işte bu noktadan sonra başlıyor.
Bir yazar ne kadar verimli olabilir sorusunun cevaplarından biri Neil Gaiman olabilir. Özellikle bilimkurgu ve fantazya edebiyatına kazandırdığı onca kitabın yanında yazdığı çizgi romanlarla adeta sınırsız bir hayal gücü var. Sandman ise onun ustalık eseri diye tabir edebileceğimiz eserlerinden birisi. Türkçe olarak yayınlanan en başarılı çizgi romanlardan bir tanesi olan seri İthaki Yayınlarının özenli çalışması ile yeniden bizlerle. Lafı fazla uzatmadan asıl konuya geçiyorum.
Kayıp Arama
Serinin ilk cildi Sandman ile tanışma şeklinde olmuştu. Bir yer altı okültist örgüt tarafından tutsak edilen Morpheus’u okumuş, karakterin kimin nesi olduğu hakkında fikir edinmiştik. Ancak aslında kimdir bu Sandman onu öğrenmek için ikinci cilde göz atmak gerekiyormuş meğer.
Ortalama bir insan ömründen daha uzun bir süre tutsak kalır Düşlerin Efendisi. Yokluğunda kendi elleri ile yarattığı,zamanın başlangıcından beri hüküm sürdüğü krallığını bir harabeye dönüştüğünü görür. Hizmetkarları, en güzel rüyaları ve en korkunç kabusları Düşlem’i terk etmiştir. Yeniden görevinin başına geçen Sandman tek tek onları bulmak ve eski düzenine geri dönmek için harekete geçer. Kayıplar arasında en çok Denizci Cenneti’ne üzülür. Diğer firarilerin aksine sakin ve iyi huyludur. Kaybı çok büyük bir boşluğa sebep olur…
Morpheus’un arayışına başladığı sıralarda bir başkası da bir şeylerin izini sürer. İçinde yaşadıkları yüzyılın başında Sandman tutsak iken uyku hastalığına yakalananlardan Unity Kinkaid, hiç görmediği kızını aramaktadır. Uzun yıllar süren arayış meyvesini verir ve hem kızını hemde torunlarını bulur. Ancak her şey her zaman yolunda gitmez. Bir araya gelen aile fertlerinden bir tanesi halen kayıptır. Küçük kardeş Jed Walker. Onu arayıp bulma görevi ise abla Rose’a düşer. Bir dedektif gibi kardeşini aramaya başlar. İz sürme devam ederken bir süre sonra olaylar fizik sınırlarını aşar. Rose Walker’ın yolu Morpheus ile kesişir. Rüyaların solgun yüzlü efendisi en korkunç kabusu olmak üzeredir…
Geçmişin izlerini ararken nerelere baktığınıza dikkat edin. Ummadığınız bir yerden başınıza nasıl bir bela geleceğini bilemezsiniz. Ve her bela Düşlerin Kralı kadar karizmatik -ulan ne cümle kurdum be- olmayacaktır.
Gerçek Rüyalar…
…şimdi başlıyor. En başta dediğim gibi birinci cilt sadece tanışma faslıydı. Ön gösterim de diyebiliriz. Bebek Evi’nde ise Sandman’in kim olduğunu anlamaya başlıyoruz denebilir. Başlıyoruz dedim zira “tanrılar” kadar eski olan Sonsuzların en sözü geçen üyelerinden, büyük kardeşlerden bir tanesi. Yedi kardeş arasında otoritelerden bir tanesi olduğu ve yapabileceklerinin neredeyse sınırsız su götürmez. Bu cilt içerisinde meydana gelen olaylar insanın iştahını kabartıyor. Ve bunlar daha ilk maceralar.
Kendi krallığına geri dönen adamımız bozulan düzenini yeniden kurmaya çalışıyor. Gücünün neler yarattığını, rüyaların adeta kaynağını gördüğümüz bu arayış ana hikayeyle çok senkronize gelişiyor. Kardeşini arayan bir genç kız ve kabuslarını arayan bir yaratıcı, rüyaların efendisi. Anlatım bu noktada gayet akıcı. Özellikle Korintili adlı mahluku aradığımız kısım en çok hoşuma giden bölümlerden biriydi. Karakterler arası aktarım, senaryonun akışı heyecan ve merak unsurlarını sürekli körüklüyor. Derler ya nakış gibi işlemek diye. Aynen öyle bir durum vardı. Serinin ilk cildi de bu yönden gayet iyiydi ve ikincisi onun bir tık üzerinde olmuş. Bu da bize şunu gösteriyor; Sandman ve diğer sonsuzların dünyalarına, krallıklarına girdikçe, yaptıklarını gördükçe heyecan dorukta olacak. Tam istediğimiz şey. Bu arada diğer sonsuzlar derken? Şimdi bende tam o konuya geliyordum.
Arzular Şelale
İlk cildin son bölümünde Morpheus’un kardeşi ve ablası olan Ölüm’ü görmüştük. Bütün zerafetiyle sahne almış ve görevini yerine getirişini okumuştuk. Gayet de başarılıydı. İkinci ciltte bir başka Ebedi daha okuyucunun karşısına çıkıyor. İnsanın başına her türlü belayı sarabilecek olan Arzu ya da Şehvet ile tanışıyoruz. Sanırım kardeşleri arasındaki en ipe sapa gelmez olanı o. Ailenin yüz karası olabilir.
Arzu’nun görsel tasarımı ve ana fikri bir hayli hoşuma gitti. Çok güzel ve doğru bir yaklaşım vardı bu noktada. Kadın ve erkek için arzuların farklı farklı olabileceği, tercihlerin her şeyi değiştireceği gün gibi ortada. Bundan sebep herhangi bir kalıbı, cinsiyeti, ırkı yok Arzu’nun. Kim nasıl isterse öyle arzu duysun, herhangi bir kalıba sıkışıp kalmasın arzular. Takdir ettim. Karakter tasarımları konusunda Rüya ve Ölümden sonra Arzu ile de gayet iyi iş çıkartmışlar. Sırada ailenin geri kalan üyeleri var. Okudukça tanışacağız hepsiyle.
Rüzgarda Savrulan…
…kumlar gibidir bazı hikayeler. Anlatırsın bir esintiyle birlikte havaya karışır gider, duracağı yeri bilemezsin. Duracağı bir yer yoktur bazen. Umarsızca savrulur, kum tanesi gibi. Rüzgar nereye ulaştırırsa oraya gider. Anlatacak ve dinleyecek birilerini bulur elbet.
Böyle doğaçlayınca olmadı tabi ama mesela albüm içerisindeki ilk hikaye Kumdaki Hikayeler bin bir gece masallarından fırlamış gibiydi. Sandman’in geçmişinde yaşadıkları ve insanlarla olan diyaloğu, iletişimi ile ilgili çok güzel bir anlatıydı. İnsan ırkı ile sadece rüyalarda değil her yerde buluşur, hatta bazen onlara tutku duyar Morpheus. Aşk onun içinde vardır ve o da aşık olabilir. Yaşamın kendisinden daha eski olmasına rağmen herkesten daha çok hayat dolu olabilir pekala. Okumaya böyle bir hikayeden başlamak adeta insanı Sandman’in içine çekiyor, onu daha iyi tanıdığınızı hissediyorsunuz. Hikaye anlatmak başlı başına bir meziyetken Neil Gaiman çok iyi anlatıyor. Hayal gücü makinesi. Bu ciltteki bir diğer öykü Talihli Adamlar’da yine usta işi bir öykü.
İnsanlar gerçekten ölmek istedikleri için mi ölürler? Ölüme alternatif onu istememek, kabul etmemek hatta ona gülüp geçecek kadar yaşama arsuzuna sahip olmak olabilir mi? Bu hikayede anlatılan da tam olarak bu. Kardeşi, ablası Ölüm ile birlikte orta çağ Avrupası diyebileceğimiz bir zamandadır Morpheus. Tavernanın birinde içki içip salgın hastalıklara ve ölümün her türlüsüne söylene söylene içki içen adamların yanında görürüz onları. Ancak bu adamlardan bir tanesi ölümü kabul etmez. Bildiğin reddeder. Onu asla istemediğini ve istemeyeceğini bu yüzden de ölümün kendisini alamayacğını söyler. Ona göre ölmek için ölmeyi istemek gerekir. Hikayede işte tam bu noktada çok ilgiç bir hal alır. Okuduktan sonra tebessüm ettiren bir hikayeydi. Sonsuzlar’ında duyguları, özlemleri oluyormuş demek dedirtiyor. Öyle ki insan kendini empati yaparken buluyor. Çok ince ve naif bir hikayeydi.
Sona Gelirken
Mitolojik ve tarihi olayları, kişileri kullanmayı seven yazar burada da huyundan vazgeçmiyor. Tarihin tozlu sayfalarına okuyucuyu götürürken zaman zaman tarihin kendisine saygı duruşunda bulunmayı aksatmıyor. Hatta tarihe adını yazdıran kişilerin ta kendilerine. Böylece entellektüel birikim ve hayal gücü nelere kadir görmüş oluyoruz.
En başta barındırdığı hikayeler ve yaratılan karakterleri ile Sandman serisi çizgi roman okurlarının favorilerinden olmaya aday nitelikte bir yapım. Gotik atmosferi, gerilime başarıyla eşlik eden duygusallığı, tiyatro oyunu izliyormuş hissi veren anlatımı. Bunlar serinin baş tacı olmasındaki önemli etkenler. Tabi bir de Morpheus etkisi. Türü okumayı sevenlere, özellikle son yıllarda artan süpersonik kahramanlardan bunalanlara gelsin. Serinin İthaki Yayınları etiketleri ile daha şık ciltler halinde yeniden piyasadaki yerini aldığını da bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
Hayatta olmazsa bile rüyalarda buluşuruz diyor ve arabesk bir kapanış cümlesi ile huzurlarınızdan ayrılıyorum.