Bir Mitten Başka Bir Mite Yolculuk: Puslu Kıtalar Atlası

“Görülen ve görülmeyen tüm düşler, karanlığın ta kendisidir…”

Puslu Kıtalar Atlası için, “edebiyatımızın en eklektik ve en zengin eserlerinden biri” yorumunu yapmak kulağa hiç de abartılı gelmiyor… Kendine has kurgusu, görmeye ihtiyaç duymaksızın ara sokaklardaki aktarların sepetlerindeki, baharat kokularını bile soluduğumuz muhteşem tarihi İstanbul tasvirleri, gerçek ve düş ya da iyi ile kötü gibi müesseselere sunduğu bakış açısı, her okuyuşta, eşeleyişte keşfedilen ince detayları ve bu detayları kafanıza adeta çivi gibi çakan, çok katmanlı karakterleri sayesinde İhsan Oktay Anar’ın alametifarikası; hayatımızın belli dönemlerinde dönüp dönüp tekrar okunacak, hibrid bir edebi bağımlılık olarak da adlandırılabilir.

pusluKıtalar

1. Mehmet döneminde, 1600’lü yılların sonundaki haliyle İstanbul’u fona alan bu eşsiz öykü, daha önce coğrafyamız sınırlarından yeşeren edebi mahsûllerde parça parça denenmiş pek çok çeşniyi tek bir kavanoza toplamayı başarıyordu. Bazı okuyucuların, hafta sonlarında Galata, Eminönü, Ayasofya, Sultanahmet ve Bayezit yakınlarında, boş buldukları banklara çökerek, sayfalarını hatmetme fantezisi üretmelerine sebep olan Puslu Kıtalar Atlası; aynı zamanda ülkemizin ilk steampunk romanı olarak da nam salmış olsa da, nihai bilanço bundan çok daha fazlasıydı. Devlet-i Osmaniyye’nin arka sokaklarındaki karanlık dehlizler, kimsesizlerin mesken tuttukları yer altındaki mahzenlere sinen kara büyüler, kuytu köşelere sinmiş dilenciler, göreni hayal gücünün bucaksız boşluğuna çekiştiren istihareler… Kısacası İhsan Oktay Anar’ın, bu oldukça derin tarihi kurgu harikası, tıpkı ana kahramanımız Uzun İhsan Efendi’nin rüyası gibi, asla sonunun gelmemesini istediğimiz, uyanmaktan çekindiğimiz bir düş gibiydi hani!

Sadece yukarıdaki draje bilgilerden yola çıkarak bile, İlban Ertem gibi usta bir çizerin bile işinin pek de kolay olmadığını söyleyebiliriz. Anar’ın hayal gücünün, belli başlı revizyonlarla, okuyucunun hayal gücüyle buluştuğu bu 17. Yüzyıl İstanbul efsanesini ete kemiğe büründürebilmek; özellikle de ülkemizdeki yerli üretim çizgi roman piyasasında girilen risk düşünüldüğünde, cesaret isteyen bir kumar!  Gel gelelim usta çizer İlban Ertem, İhsan Oktay Anar’ın, kimi okurlar tarafından “düş felsefesi” olarak adlandırılan kişisel teorik yaratımını, ruhuna olabildiğince sadık bir biçimde çizgi roman sayfalarına taşıyor. Her ne kadar, okuyucuları öncelikle eserin orijinalini okumaları konusunda meraklılarını uyarsak da; Ertem’in 320 sayfalık devasa çizgi külliyatı; Anar’ın kitabını daha önce okuma şansına erişememiş olanlar için bile, fazlasıyla ideal bir başlangıç noktası olabilir. Nitekim Ertem’in, öykünün özünü yansıtan çizimleri ve sayfalara taşımayı başardığı karanlık, isli, puslu ve tozlu atmosfer; Anar’ın kitabına olan ilgiyi arttırma ve bu eşsiz öyküyle daha önce tanışmamış olan okuyucuları cezbetme konusunda oldukça iddialı görünüyor.

pusluKıtalar1

Öyküyü rafine bir şekilde açmak mümkün olmasa da kabaca değinmek gerekirse; Anar’ın taşlarını döşediği Osmanlı efsanesi, bir süre sonra kendisinin öyküdeki yansıması olduğuna inandığımız Uzun İhsan Efendi’nin, yatmış olduğu derin istihare ve bu istihare üzerinde etrafındaki her yaratımın varlığını tek bir kaynak ile ilişkilendirmeye giriştiği felsefi düğümü konu alıyor. Rüyasında, maceradan maceraya koşan bıçkın dayısı Arap İhsan’ı gören yeğen İhsan Efendi; bu Osmanlı maceraperestinden, önemli bir öneri alır. Cengâver Arap İhsan Efendi, yeğenine, kucağına düştüğü bu uçsuz bucaksız rüyadan uyanmasını telkin eder. Bu telkin Uzun İhsan Efendi’ye de sirayet eder ve yıllar sonra oğlu Bünyamin’i, çetin şartlar içerisinde yaşam mücadelesi vereceği savaşa yollarken; “en büyük ibadetin maceranın kendisi olduğunu” dile getirir. Ne var ki dayısının kendisine telkin ettiği şekilde yaşamayan Uzun İhsan Efendi, oğluna bu öneride bulunurken, kendisi sabahtan akşama kadar uyuyarak, tüm dünyanın haritasını çizmenin peşindedir. Rüyalarındaki görüngüler sayesinde tüm dünyayı dolaşan Uzun İhsan Efendi, nihayetinde bu yolculuğu sonra erdiğinde, dünya atlasını tamamlayıp, içerisine de kendi hikmetini koyabilmeyi hedef haline getirir.

Benzer Yazılar

Yorumlar