Buffy The Vampire Slayer – Sunnydale’de Güneşli Bir Gün
O bunalım sırasında dizi kendini yenilemeye ve daha karanlıklaşmaya başlıyor. Bu bunalım dönemi tabii annesinin ölümünden sonra oluyor. “The Body” bölümü belki de dizinin en felsefik, sorgulayıcı, etkileyici bölümüdür. Sıfır müzik, çok az diyalog ve bol miktarda oyunculukla gözümde harika bir hal almıştı. Bunun dışında dördüncü sezondan “Hush” bölümü Emmy’ye aday olan harika bir bölümdür. Kimsenin konuşmadığı bir bölüm olduğu için fazlasıyla sağlam sahnelere şahit olmuştuk. Genel olarak da rüyalı bölümler en etkileyici bölümler olmayı başarıyor.
The First Slayer’ın Buffy, Willow, Xander, Tara, Anya ve Giles’a büyü ile rüyalarına girdiği bölüm unutulmazlar arasında yerini almış durumda. Diğer bir rüyalı bölüm olarak Buffy’nin kendisini bir akıl hastanesinde delirmiş olarak gördüğü bölümü sayabiliriz. Bu akıl hastası numarası Buffy’den sonra birçok dizide kullanıldı, tuttu ve tutmaya devam ediyor (En basitinden Smallville ve The Magicians). En sevdiğim bölümler arasında bir de müzikal bölüm yer alıyor: Once More With Feeling. Bir iblisin Sunnydale’de yaşayanlara büyü yapması üzerine herkes ama herkes şarkı söylemeye ve dans etmeye başlıyor. Bütün bölüm boyunca harika kareografilerle müzikal tiyatro kalitesini izleme şansı buluyoruz.
Buffy The Vampire Slayer’ın sevdiğim bir diğer yönü de çok planlı bir şekilde ilerlemesi. İki sezon sonra olacak bir olayın işaretlerini şimdiden verebiliyorlar. O anda anlayamıyorsunuz tabii tam olarak ne demek istediklerini. İkinci olarak, hiçbir karakterinin bile niteliksiz, gereksiz veya klişe olmaması. Hocam bu dizi klasik liseli popüler kız olan Cordelia’dan (Charisma Carpender) inanılmaz bir karakter çıkarttı. Cordelia’nın, BTVS’da sizi güldüren en iyi karakter olmasının yanında, Angel dizisine transfer olduktan sonra gelecek görüsü olan bir iblise dönüştü. Bu hiçbir popüler kıza kısmet olmaz, kıymet bilelim bence. Bana göre (aslında herkese göre) diğer mükemmel karakter Spike’tır. Angel’ı öldürmek üzere Buffy’yle birlik olup Buffy’nin evine gelip annesiyle tanışma sahnesi efsanedir. Çay içmeye gelmiş gibi bir ruh haliyle gelip Joyce ile sohbet eder o bölümde. Dizi boyunca da gittikçe Buffy’ye olan takıntısı büyür ve bu onu daha da kötü yapar. Ama onu o haliyle sevdiğimiz için sıkıntı yok. Spike aynı zamanda Buffy’nin ruhunun biraz kötü kısmını yansıtır. Sürekli Angel ile Spike arasında gelgitler yaşaması da bu durumda kaçınılmazdı. Ama bu anlattığım aşk meseleleri dizide hiçbir zaman ön planda olmadı. Hiçbir bölümü bize sünmüş aşk hikayesi sunmadı, hep arkasında başka bir şeyler vardı.
Çok sevilen ama bir o kadar da nefret edilen karakterler arasında açık ara ikinci avcı Faith (Eliza Dushku) en önde bayrak tutar. Nefret edersiniz, çünkü Buffy gibi sorumluluk sahibi değildir ve hiç sağı solu belli olmaz. Sürekli kendisini etraftaki insanlara kapatır ve adeta bir çeşit kalkana sahiptir. Çok hızlı bir şekilde arkadaşlarını satıp kötü tarafa geçmesi de sizi gıcık eder. Ama aynı zamanda Faith’i seversiniz, çünkü onun neden böyle davrandığını anlayabilirsiniz. Karşı tarafa geçmesine sebep olan olaylar ve insanlar vardır. En başta onun için bir baba figürü olan belediye başkanı vardır. Belediye başkanı olan Richard Wilkins tamamen klişelerden uzak bir diğer karakterdir. Kendisini dev bir iblise dönüştürüp tüm Sunnydale halkını yeme planları yapan, bunun için günde üç öğün böcek yiyen Wilkins, konu Faith olunca bir anda “Yatağa ayakkabıyla girme!”, “Sana Playstation aldım.”, “Yatmadan önce süt iç.” tipinde bir babaya dönüşüveriyor. Aralarındaki bu ilişki sizi epey bir şaşkına çevirecek. Tabii Faith’in hakkını yemeyelim, 7 sezonun sonunda da olsa yaptıklarının farkına varır gibi oluyor.