Chris Claremont’un X-Men’de Kadın Devrimi
En sevilen X-Men yazarlarından biridir, Chris Claremont . Seriyi 1975’te yok olmaktan kurtarmış, içlerinde Wolverine ve Storm gibi çok sevilen karakterlerinin de bulunduğu yeni takımı yaratmıştır. “Phoenix Efsanesi” ve “Tanrı Sever İnsan Öldürür” dahil olmak üzere, X-Men’in en unutulmaz hikayeleri hep Chris Claremont imzası taşır. Claremont’un katkıları bunlarla sınırlı kalmaz, Marvel’ın bir süredir yapmak için uğraştığı kadın devrimine de büyük bir ivme kazandırır.
Her ne kadar bu yazının amacı feminist bir günden oluşturmak olmasa da, söylemek zorundayım ki; Marvel evreninde kadınların günümüzdeki konumlarını almaları epey sancılı olmuştur. Ortaya çıkan ilk kadın süper kahramanlar, ya savaş alanında pasif kalacak güçlere ve rollere sahiptir (Susan Reeds’in görünmezlik gücü ve Jean Grey’in telekinezi/telepati güçleri gibi) ya da aşırı klişeleşmiş, femme fatale olarak tabir edilken karakterleristikleri taşırlar (Black Widow ya da 70’lerde kadın yazar ve çizerlerin ellerinden çıkan The Cat ve Shanna the She-Devil bunlara örnek olabilir).
Bir de kahramanlardan birinin sevgilisi olma sıfatı ile seriye dahil olan kadınlar vardır; Mary Jane Watson ya da Gwen Stacy gibi. Kendi başlıklarına sahip olma şansı elde eden kadın süper kahramanların serileri ise fazla uzun sürmez ve bana kalırsa bunun sebebi karakterlerinin yeterince orijinal olmaması ve derin işlenememesidir.
Fantastic Four, Avengers, X-Men gibi takımlara mensup olan kadın karakterlerin rolleri ise çok geri planda kalır. X-Men’e odaklanmak gerekirse, Jean Grey’in 60’lı yıllarda orijinal X-Men takımındaki rolü son derece pasif, hatta neredeyse ayak bağı olarak bile görülebilir. Telepati ve telekinezi güçleri savaş alanında pek işe yaramaz, sık sık yaralanır, bayılır, kaçırılır, esir düşer, takım arkadaşları tarafından kurtarılmayı bekler. Ha! Bu arada, bir aşk objesi olarak da kullanılır, çünkü takımın geri kalanı Jean’in cazibesinden fena halde etkilenmiştir. Özellikle Angel ve Cyclops bir dönem epey çekişirler, ama bakiremizin kalbini kazanan takım lideri olur.
Daha sonra Chris Claremont kalemi eline alır. Aslında Storm’u ilk o yaratmamış olsa da, okuyucu karşısına çıktığı ikinci bölümden itibaren Storm, Chris Claremont’un yönetimine geçmiş, dolayısıyla bir anlamda onun elinde büyümüştür. Yalnızca bir kadın değil, hem de bir siyahidir. Havayı kontrol etmek gibi muazzam bir güce sahiptir ve geldiği yerde tanrıça olarak tapılır. Ama Storm’u özel yapan güçleri değil, Claremont’un karakterine kattığı derinliktir.
Zayıf ve güçlü yanları vardır Storm’un; klostrofobisi ve her seferinde bu korkusunu yenmesini sağlayacak muazzam iradesi gibi. Tutkuları ve değerleri vardır; doğaya düşkünlüğü ve asla can almamak için ettiği yemin gibi. Üstelik ilginç de bir geçmişi vardır. Kahire’nin en ünlü çocuk hırsızlarından biri olduğu günlerden kalma kilit açma becerileri, güçlerinin yetersiz kaldığı noktada bir hayli işlerine yarar. İnişleri ve çıkışları da olur; aşık olması, ihanete uğraması, güçlerini ve kimliğini kaybetmesi, kendini arama serüveni gibi. Ama her seferinde daha yeni ve daha güçlü bir Storm olarak okuyucunun karşısında yükselmeye devam eder, öyle ki bir noktada güçlerini kaybetmiş olsa bile Cyclops’u düelloda yenip X-Men’in liderliğini kazanır.
Chris Claremont, ayrıca orijinal takımın “prensesi” Jean Grey’e bir dokunuş gerçekleştirir ve onu Marvel tarihinin en unutulmaz karakterlerinden birine, Phoenix’e dönüştürür. Yarattığı diğer kadın karakterler de hep Storm’unki gibi zayıflıkları ve güçleri olan, derin işlenmiş ve çarpıcı kişiliklere sahiptirler; Rogue, Kitty Pryde, Rachel Summers/Grey, Psylocke, Jubilee gibi. Claremont’un zaman içinde yaratıp takıma dahil ettiği karakterlerin hiçbiri bir aşk objesi ya da “Damsel in Distress” dedikleri, rolleri kurtarılmayı bekleyen çaresiz kızlardan öteye gitmeyen klişelerden değillerdir. Hepsinin son derece gerçekçi ve detaylı karakterleri vardır ve onları okuyucuya bu kadar sevdiren de işte bu olur.
Chris Claremont 1991’de X-Men’i bıraktıktan sonra yerine gelenler takıma yeni kadın karakterler eklemeye devam etmişlerdir. Revanche, Cecilia Reyes, Marrow ve Stacy X bunlardan birkaçı. Ama bu isimler şahsen bana çok az çağrışım yapıyorlar ve kesinlikle X-Men deyince insanın ilk aklına gelen isimlerden değiller. İlerki zamanlarda takıma dahil olan Emma Frost, Mystique, Magik gibi isimler ise yine Claremont’un yaratımlarıdır.
X-Men’e toplamda on yedi senesini vermiş olan bu büyük yazarın çizgi roman piyasasında kadın karakterlerin evrimine, mutasyonuna, yaptığı katkılar paha biçilemez.