DC Süper Kahraman Dosyaları: Aquaman

Bugün size çizgi roman tarihinin en talihsiz karakterlerinden birinin şimdilik mutlu sona kavuşan dramını anlatacağım. Hayır hayır, Jessica Jones‘unki gibi bir talihsizlikler silsilesi değil bu. DC’nin yarattığı en ilginç ana karakterlerinden biri olmasına rağmen, bir türlü hak ettiği yere gelememiş hatta sürekli ezilmiş Aquaman’den söz ediyorum. Aquaman yani Arthur Curry, denizlerin hakimidir, Justice League’nin kurucu üyelerindendir, hatta Atlantis’in Kralı olarak taç giyer. Peki, dram bunun neresinde? Kendisi için, 90 gençliğinde travma yaratmış “Susuzluk hiçbir şeydir, imaj her şey” sloganının kanıtlanmış hali diyebiliriz. Bu iğrenç espriden sonra yazıyı okuyacak mideniz kaldıysa, buyurun devam edelim.

Yıl, 1941!

Evet, yine. Hatırlarsanız, Wonder Woman da 1941’de yaratılmıştı. Aquaman, ilk kez Amazon hanımefendiden bir ay sonra, More Fun Comics’in Kasım’da yayınlanan 73. sayısında göründü. Yaratıcıları Paul Norris ile Mort Weisinger‘dı. Paul Norris, aynı zamanda DC’nin orijinal Sandman’inin de çizeriydi, Sıkı bir bilimkurgu hayranı olan Weisinger ise daha çok Superman’in editörlüğünü yapmıştı. İkilinin Altın Çağ’da Aquaman için yazdıkları hikaye basit olmasına rağmen -bence- gayet ilginç:

Hikaye Aquaman’in ağzından anlatılır. Annesi o daha bebekken ölmüştür. Babası çok ünlü bir sualtı kaşifidir, aynı zamanda usta bir dalgıç olduğu için, kimseciklerin dalamadığı derinliklere ulaşarak, Atlantis olduğuna inandığı bir şehir keşfeder. Bu şehirde bulduğu saraylardan birinde yaşamaya başlar ve kayıp uygarlığın kütüphanelerini inceleyerek, denizin gücünü kullanmayı öğrenir. Sadece kendi öğrenmekle kalmaz, gen havuzuna katkıda bulunmak isteyen her cefakar baba gibi, oğluna da öğretir. Yeryüzündeki babaların yarısı şu adam gibi olsa çoktan Atlantis’i buraya kurmuştuk ya neyse. Bu eğitim sayesinde sudaki oksijeni çekerek nefes almak, bedenini güçlü ve çevik hale getirmek, deniz canlılarıyla iletişim kurmak gibi güçler edinen çocuk, Aquaman’e dönüşür.

More Fun Comics #73 (1941)

Peki, kimlerle savaşıyordu bu kahraman? Tabii ki Nazi denizaltıları ve Japonlarla! 1946’da, Superboy ve Green Arrow‘la birlikte More Fun Comics’e veda ederek, Adventure Comics’e geçti. İkinci Dünya Savaşı sona erince, yani 1946-1950’ler arasında ise korsanlarla kapışmaya başladı.

Gümüş Çağ ve İlk Değişim

Arthur Curry adıyla, ilk kez bu çağda karşılaşıyoruz. Orijin hikayesinde hatırı sayılır değişiklikler var; Baba artık asrın ebeveyni değil, Tom Curry adında sıradan bir fener bekçisi. Gümüş Çağ asıl anneye yaramış gibi (ama çok değil, yine ölüyor), kendisi Atlanna adında bir Atlantisli. Tabii Arthur yarı Atlantis’li olduğu için, normal insanlar gibi değil, ergenliğinde denizle özel bir bağı olduğunu keşfederek, kendini okyanusları korumaya adıyor. O yıllarda böyle bir karakterin asıl Türkiye’de yaratılması gerekirdi, belki bugün Marmara’da bir kaç canlı kalmış olurdu. Curry ailesiyle ilgili ilginç bir detay, Tom’un Atlanna öldükten sonra “dünyalı” bir kadınla ilişki kurup, Orm adında başka bir oğula sahip olması. Orm, Aquaman’in başına fazlasıyla bela olan yarı kardeşidir, Marvel sinematik evrenindeki Thor’la Loki gibi düşünün.

Bu dönemde karaktere eklenmiş iki detay daha var: Aquaman, ilk yaratıldığında deniz canlılarıyla iletişim kurabiliyordu, ama bunu en fazla bir dakika sürdürebiliyordu. Menzili ise 18 metre kadardı. Onlarla, kendi dillerinde konuşuyordu. Yeni orijinle birlikte menzil ve zaman sınırı kaldırıldı, adam yan okyanusla mesajlaşabilecek hale geldi. Dil kısmı da değiştirilerek, telepatik iletişime çevrildi. Aquaman’in kuvveti ve çevikliği, zaten Superman’inkine denkti. Ancak, bu kadar güç karşılığında Kriptonit gibi bir de zayıflık verildi; kahramanımız saatte bir kere suya girmezse ölüyordu. İşte Aquaman’in imajının sonunu hazırlayan iki şeyden biri buydu, diğeri de ahtapot dostu Topo. Neden mi böyle diyorum? 70’lere gelince anlayacaksınız, az sabır.

Aquaman için hemen yan karakterler ve sualtında yaşayan düşmanlar yaratıldı. Superman’in Supergirl‘ü var, Batman‘in Robin’i var, Aquaman’in çömezi olmasın mı? Kadın karakterlerin şu iki hikayeye  sokulmasındaki benzerliğe bakar mısınız? Nitekim, Mera, Aqualad gibi figürler son derece ilginç işlendiler. Aqualad ve Tula’nın trajedisi, Young Justice serisinde harikalar yarattı (onun da bir devamını çekmediler!)

Ne, Balıklarla Konuşan Süper Kahraman mı? Ahahaha!

Bir animasyon, bir karakteri ne kadar sabote edebilir? Ben söyleyeyim, çok. Nasıl oldu peki? Şimdi, balıklarla konuşmak ve en sadık dostunun bir ahtapot olması zaten alaycı Amerikalılar için iyi bir malzemeydi. Ama öldürücü darbeyi, Hanna Barbera’nın 1970’lerde yaptığı Super Friends adlı çizgi dizi vurdu. Ülkemizde de yayınlandı, bilmem hatırlayan var mıdır?

Aquaman’in bu dizideki yansıtılış şekli, onu çok ünlü yaptı… ama DC’nin tercih ettiği şekilde değil. “Adamın süper gücü balıklarla konuşmak mı? Siz dalga mı geçiyorsunuz?” kafasındaki Amerikan seyircisi, Aquaman’i ciddiye almadı. Komedyenler de bunu fark edip karakterle öyle bir uğraştılar ki, en az bir kaç nesil tarafından alaya alınmasını garantilediler. Aquaman, ciddi ciddi Amerikan komedi kültürünün önemli bir parçası haline geldi. Pinterest’e baktığınızda “Yapılmış En İyi 50 Aquaman Şakası” gibi başlıklar görmeniz işten bile değil. Robot Chicken’da da çok dalga geçtiler. En çok, “süper güçleri bir halta yaramadığı için” PowerPuff Girls tarafından kurtarıldığı  Family Guy versiyonu bilinir.

Bir başka gözde örnek de, Vincent Chase’nin başrolde olduğu komedi dizisi Entourage. Hollywood’da kendine yer edinmeye çalışan bir aktörle menajerinin maceralarını anlatan dizide, Vincent Chase, James Cameron’un 2006’da çektiği Aquaman’de başrolü kapıyordu ve film bütün zamanların gişe rekorunu kırıyordu. İnsanlar bu bölümü çok sevmiş ve paralel evrende böyle olmasını tercih ettiklerini söylemişlerdi, ama şöyle bir Aquaman’imiz olsaydı, DC hayranlarının arasında kopacak kavgadan sonra internet kalır mıydı, söylemek zor. Dizide olanı söyleyeyim, berbat bir aktör olan Vincent Chase, menajerinin tüm uğraşlarıyla kaptığı rolü, kişisel bir projesi için bırakıyordu ve Aquaman 2’de ondan boşalan yeri Prince of Persia’dan hatırlayacağımız Jake Gyleenhall kapıyordu. 2018’de gelecek Aquaman’in akibeti ne olur bilmiyorum ama, aman paralel evrenler filan karışmasın, kendi adıma Jason Momoa’dan hayli memnunum.

Çizgi Roman Dünyasında Bir Başka Atlantis’li

Konuya aşina olanlar, Prens Namor’dan bahsettiğimi anladılar. Malum soru gelsin: Kim kimden çaldı? Valla, DC de Marvel da denizlerin hakimi olup da, üç başlı çatal kullanan bir figürü Yunan mitolojisinden çaldığı için, bence pek sorun yok. Ama okyanusları koruyan kahraman konusunda, maalesef çakan DC arkadaşlar. Prens Namor’un ilk hikayesi, 1939’da yayınlanmıştı. Çoğu gücü Aquaman’inkiyle aynı olmakla birlikte, ancak arada ciddi bir mizaç farkı vardı. Aquaman, Namor’dan çok daha iyi huylu ve eşi Mera’ya sadıktı. Namor’un çizgi dizisi, Avengers’in tüm karanlık atmosferini taşıdığı için pek izlenmemişti. Yani bugün Aquaman, Namor’dan çok daha iyi biliniyor. Ama bir süper kahraman için komedi kültürünün parçası olmak mı başarılı, yoksa ciddiyetini korumasına rağmen rakibinden daha az bilinmek mi? Alın size problem.

Bu yazı, "Süper Kahraman Dosyaları" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar