DC Süper Kahraman Dosyaları: Aquaman
“Aquaman Problemi”
“Yunuslarla yüzüyor! Öfff, ne kadar gay!”
Şaka değil, Aquaman’e verilen tepkilerin çoğu böyleydi. Amerikalı tanıdıklarınız var mı, ya da bir grup Amerikalı’yla hiç sohbet ettiniz mi bilmiyorum, ama ataerkillik konusunda bizim Türk maçoları solda sıfır bırakacak bakış açıları vardır. Bir şeyi aşağılamak için “gay” ya da “gayler için yapılmış” gibi kalıpları günlük konuşmada çok kullanırlar. Orada yaşayan eşcinsellerin, esprilere karşı aşırı hassas olmalarının bir nedeni budur. Aquaman, gay diye aşağılanan ilk çizgi roman karakteri miydi bilmiyorum, ama bu şekilde en çok aşağılananlardan biri olduğu kesin. Bugün, eşcinsel karakterleri artan bir hızla ana akımda görmeye başladık ve yapımcılığını Greg Berlanti’nin üstlendiği DC dizileri bayrağı epey önde taşıyor.
Biz şimdilik 70 ve 80’lere geri dönelim. Medyada yapılan aşağılama öyle arttı ki, DC yazarları bu konuya “Aquaman Problemi” adını taktılar. DC’nin ortak yayıncılarından Dan Didio, “Artık ünlü bir şaka haline geldi. Her katıldığım convention ya da yemekte, en az üç dört yazar “Aquaman problemini çözebilirim!” diye yanıma geliyor,” demiş.
Peki, bu durumun sorumlusu kimdi? Tabii ki, Hanna Barbera gibi kendi karakterleriyle kesinlikle örtüşmeyen tarzda bir stüdyoyla çalışarak yine kendi bacağına sıkan DC’ydi. Hanna Barbera’nın birkaç yapımını sayalım; Ayı Yogi, Scooby Doo, Laff-a-Lympics… daha lazım mı? Komedide çok başarılı olan Hanna Barbera, maalesef ciddi yapımları beceremiyordu. Mesela He-man and the Masters of the Universe‘i taklit etmeye çalıştıkları Galtar and the Golden Lance’i kimse bilmez, neden? Öyle sıkıcıydı ki, kimse izleyememişti. Sen kalk, bu adamlara Justice League karakterlerini ver… Ortaya çıkan bu olunca ağlamamak gerek.
40 yaşını geçmiş bir animasyon, bir karakterin başarısında handikap oluyor mu, buyurun olmuş işte. Sinema-TV’de okuyanlar için güzel tez konusu. Bugün, “Super Friends ne kadar kötüydü ya!” diye inleyen DC hayranlarını eski çizgi roman forumlarında görebilirsiniz.
Beyler Bu Olmadı, Resetliyoruz!
Çağlar değiştikçe retcon yemeyen süper kahraman orijini yoktur. Ancak, Aquaman’in 1989’da yayınlanan yeni hikayesi, Robert Loren Fleming tarafından mevcut sorunlar gözetilerek çok büyük özenle yazılmıştı. Annesi Atlanna, artık Atlantis Kraliçesi’ydi, babası Atlan ise bir büyücüydü (Ali ve Aliye diye düşünmek lazım herhalde). Sarı saçları bir uğursuzluk sayıldığı için cami avlusuna terk edilir gibi mercan kayalarının üzerine bırakılan Orin adlı bebeği, Arthur Curry adında bir deniz feneri bekçisi buluyordu. Çocuk, büyüyünce Arthur Curry Jr. oluyor ve güçlerini keşfederek, dünyayı dolaşıyordu, yani bu seferki, bir kendini bulma hikayesiydi. Yarı kardeşi Orm, yine başına bela oluyordu.
1993’te ise, görünüşü Peter David tarafından değiştirildi, traşlı yüz gitti, kendisini Poseidon’a iyice benzeten saç, sakal geldi. 90’larda yazılan hikayeler, artık ergen bir çocuğun arayışını değil, saçlı sakallı bir adamın sualtı krallıklarını birleştirmeye çalışmasını anlatıyordu. Atlantis’in tacının ağırlığı omuzlarına çöken Aquaman, çok daha ciddi bir karaktere dönüşmüştü. 2000’ler boyunca Aquaman için yaratılan sualtı düşmanları ve yan karakterlerle maceralar devam etti, hatta arada Gölün Leydisi gibi efsanevi karakterler de geldi. Güçleri daha da arttırıldı, hatta taşıdığı üç başlı çatal, Thor’un Mjollnir’i gibi en az kendisi kadar güçlü bir hale geldi.
New 52 ve Rebirth
2011’de, Aquaman hakkında yazılıp çizilenler çizgi romanlara da yansıdı: New 52‘nin Aquaman’i, Justice League’nin diğer üyeleri kadar güçlü ve efektif bulunmuyor, kendini kanıtlamaya uğraşıyordu. Bu kez, fener bekçisi Tom Curry ile Kraliçe Atlanna’nın oğluydu.
Bir açıdan, Aquaman’in pop kültürde yarattığı etki onun için iyi oldu; yeteneğini ispatlamaya çalışan yazar mıknatısıydı adeta. Pek çok yazar onu “kurtarmaya” çalışıyordu. Rebirth versiyonunu yazan Dan Abnett da bunlardan biriydi. “Sıradan bir insan su yaratıklarına hükmettiğini keşfetse, neler yapardı?” fikrinden yola çıktı. Daha da önemlisi, hızla kutuplaşan dünyanın Atlantis’e olan bakış açısıydı. 2000’li yılların ortalarından itibaren, Aquaman artık pek de dünyalıların dostu değildi. Okyanuslara sıçramadığı sürece dünyadaki sorunlarla pek ilgilenmiyordu. Amerika da Atlantis’i başka bir ırk, başka bir ordu gücü olarak görüyor ve en iyi tabirle düşmanca davranıyordu.
Sırf buradan bile dünyanın ne kadar değiştiğini anlayabiliriz. 1950-60’larda tüm süper kahramanların geldikleri diyarlar farklı olmasına rağmen, dünyalılar tarafından kabul edilip seviliyorlardı. Ama şimdi? Aquaman kahramandan çok, yabancı varlıkların kralıydı ve dost canlısı olmayan bir figürdü. Bu, karakterin üzerindeki komedi imajını kısmen silse de, aşırı ciddi işlenmesi onu maalesef muadillerinden sıkıcı bir hale getirdi. Adamı tekrar tekrar sıkı, ciddi, tehlikeli ve karizmatik bir tip olarak göstermeyi öyle abarttılar ki, koyu hayranları ihya oldu ama çoğunluk sıkıldı. 2015’te Throne of Atlantis animasyonuyla, bu depresif kral imajını yıkmaya çalıştılar. Ancak Flashpoint Paradox’ta karısı Mera’yı Wonder Woman’la aldatarak, dünyanın birbirine girmesine neden olan sert ve acımasız kral figürü, çok daha fazla akıllarda kaldı.
Diziler ve Sinema
Yani, elimizde kendi filmi yerine komedi kültürüyle beslenmiş bir çizgi roman karakteri var arkadaşlar. Hem de, hikayesi çok büyük potansiyel barındırmasına rağmen! Uzay hakkında denizlerden fazla şey bildiğimiz düşünülürse, Aquaman’in korkutucu bir figüre çevrilmesi hiç de zor değildi, yaptılar da. Ama söylediğim gibi fazla kaçırdılar, şimdi de toparlaması için, Jason Momoa’ya güveniyorlar. Game of Thrones’da Khal Drogo’yla gönüllere taht kurmuş aktör, bence çok doğru bir seçim. Abnett’in deyimiyle “Eğer o da Aquaman’e yardım edemezse, kimse edemez!” Momoa ise, konu hakkında son derece özgüvenli ve rahat bri tavır sergilemiş. Bence haklı.
Yalnız bir tek isyanım var. Aquaman gibi somurtkan bir adamı bile filmde bu kadar güldürüyorsanız, artık şu Henry Cavill’in de yüzünü güldürün. Superman’in gülümsememesiyle hiçbir problemim yoktu, ama fragmanları izledikten sonra fikrim değişti. Henry Cavill’in dünyanın en güzel gülen adamlarından biri olmasının da konuyla hiç ilgisi yok.
Smallville’de Aquaman’i canlandırmış Alan Ritchson da solo film için hayli ümitlenmişti, ama 2000’ler DC karakterleri için -Batman hariç- son derece talihsiz yıllardı ve tıpkı Wonder Woman gibi, proje iptal edildi.
Bu arada, Jason Momoa’yı gören Amerikan medyası günah mı çıkarıyor bilmiyorum ama, son bir iki yıldır pek çok sitede “Aquaman’le hep dalga geçildi, halbuki çok ilginç bir karakter,” şeklinde yorumlar var. Tabii karakteri gerçekten ilginç bulup da, baskın kültür tarafından sürekli dalga geçildiği için dillendirememiş olmaları da cabası. Türk medyasında da çok yapılır bu taktik. Atlantis’liler nasıl bilemem ama, biz Dünyalılar epey komiğiz.
Aquaman hakkındaki kişisel düşüncemi de yazıp bitiriyorum. Denizlere hayli meraklı bir insan olduğum için gerek kendisini, gerek Namor’u hep çok sevmişimdir. Bence gerçek sorun, Tim Burton ve Chris Nolan gibi adamların filmini çekmemiş olması. Sonuçta Batman’i de rahmetli Adam West canlandırdı, hatta o kadar eskiye gitmeye bile gerek yok, George Clooney filan da gördük, ama Nolan her şeyi unutturdu, değil mi? Ancak, bir itirafta bulunacağım. Aquaman ve Orm’un, Chris Hemsworth ve Tom Hiddleston tarafından canlandırılmasını çok ama çok isterdim.
Şimdi klavyeyi sakince bırakıp, adeta asırlardır beklediğim, şu anda da Marvel-DC karışımı olmasından çok korktuğum Justice League’i görmek için yola çıkıyorum arkadaşlar, ne diyeyim, Poseidon biz DC hayranlarının yanında olsun.