DC Süper Kahraman Dosyaları: Wonder Woman
Barış ve Feminizm İkonu Olarak Wonder Woman
Yaratıcısı William Marston, 1943’te Wonder Woman hakkında şunları söyleyecekti :“Kadın bedeninin erkekten daha zayıf olması toplumda öyle kanıksandı ki, günümüzde kızlar cinsiyetlerinden nefret ediyor. Cinsiyetlerinin doğal hali olan şefkat, edilgenlik ve barışçıllıktan uzaklaşmaya çalışıyorlar. Zayıflıklarından nefret edip, asıl güçlü yönlerine odaklanmıyorlar. Buna en tesirli çözüm, Superman kadar güçlü olduğu halde güzel bir kadının tüm çekiciliğini taşıyan bir karakter yaratmak olacaktı.”
2010’lu yıllarda şu cümleler bir feministi çıldırtmak için kafi, ancak adamın hakkını vermek gerek, yazdıklarını araştırırsanız anlayacaksınız ki derdi seksizm değildi. Marston, bir insanı en mutlu edecek, huzur verecek şeyin edilgen biçimde kendini bir şeye adamak olduğunu düşünüyordu. Üstelik, buna erotizm de dahildi. Sadece kadınlar için de değil, erkek okurlar için de şöyle demişti; “Onlara güçlü bir kadın figürü verin, seve seve kölesi olacaklardır!”
Şimdiii… Bu yorumlar tartışmaya açık tabii, ama evet, güçlü kadın ikonu ve feminizmin sembolü olan Wonder Woman’ı çizgi roman dünyasına kazandıran adam, özellikle kadın doğasının edilgen olduğuna inanıyordu. Dünya gerçekten garip bir yer. Marston keşke hayatta olsaydı da, burnuna Clarissa Estes’in “Kurtlarla Koşan Kadınlar”ını dayayabilseydim. Tabii gerek bilimsel, gerek yaratıcılık içeren buluşlarında eşi Elizabeth’in de etkisini söylememe gerek yok. “Duyguların kan basıncıyla ilgisi olabilir mi?” diye ilk soran oydu, William çizgi roman dünyasına adım atarken “Neden kadın bir karakter yaratmıyorsun?” diyen de o. Tabii her iki buluşta da ismi zerre kadar geçmemişti. Zerre araştırma yapmayıp, “Her şeyi erkekler buluyor!” diyenlere selam eder ve bir cümle daha eklemelerini salık veririm; “Erkekler güzel sahipleniyor!”
Gerçekten de, Diana ilk yaratıldığında silah kullanmaktan, spor turnuvalarından ve rekabetten hoşlanan, ama işini genellikle barışçıl yollarla çözmeye çalışan bir karakterdi. Çoğu zaman düşmanlarıyla iletişim kurmaya, hatta onları rehabilite etmeye çalışırdı. Zamanla bu değişti. Karakterin yavaş yavaş savaşçı yönü ağır basmaya başladı. Kimileri buna karşı çıkarak, karakterin barışçıl doğasının korunması gerektiğini söyledi. Diğerleri de, savaşçı bir Amazon’un daha gerçekçi olduğundan yanaydı, ancak iş “Barış istiyor ama dikkat, döver!”e taşınınca tuhaf bir hale geldi. Bu sorun karakterle mi ilgiliydi? Yoksa bizim besbelli dayaksız adam olmayan tuhaf doğamızla mı? Çelişki en başından geliyordu aslında; Marston’un yarattığı ütopik kadın topluluğunun gerçek Amazon ulusuyla pek alakası yoktu. Sonra gelen yazarlar işin içine katılan mitoloji dozunu arttırıp araştırmalar yaptıkça, Amerikan rüyası Amazon kavramı, gerçeğine dönüşmeye başladı.
Dahası da var… Superman kadar güçlü, güzeller güzeli, sevgi dolu barış elçisi Amazon, 1940’larda dünyamızda nasıl kariyer yaptı? Tutup Justice Society of America’nın sekreteri oldu! Evet evet yanlış okumadınız. Hem de “onurla kabul etti” bu görevi. Sizi bilemem, ama sekreter bir Amazon yerine savaşçı görmeyi yeğlerim ben.
2007’de Wonder Woman’ı Gail Simone devraldı ve Diana’nın savaşçı yanıyla sevgi dolu tarafını gayet güzel dengeledi. Bugün, Diana’nın Earth-1 maceralarını yazan Grant Morrison başta olmak üzere bazı çizgi romancılar ve pek çok hayran, Wonder Woman’ın New 52’de uğradığı değişimin ilk barışçıl haline, yani William Marston’un yarattığı haline ihanet olduğunu söylüyor. Bu yerinde bir argüman olmakla birlikte, ben de şunu sormak istiyorum: Kadın doğası gerçekten barışçıl mıdır? Yoksa vahşet duyguları cinsiyetten bağımsız mıdır? Siz hiç pasif agresif plaza kadınlarıyla birlikte çalıştınız mı? Acaba William ya da Elizabeth Marston’un böyle bir tecrübesi olsaydı, acaba barışçıl ve ütopik bir kadın toplumu yaratmaya elleri gidecek miydi?
Belki de söylenmek istenen şey kadın doğasının ideasının barışçıl olduğudur ki, 1800’lerin sonunda endüstri çağının getirdiği umutsuzlukla doğmuş, ardından 1. Dünya Savaşı’nın getirdiği çöküşle iyice pekişmiş ve geleceğe umutla bakan bu idea erkekler için de geçerlidir, en büyük kanıtı da Superman’dir. Altın Çağ idealarından hayli uzaklaşmış günümüz insanlarını yakalamaya çalışan yapımcılarda suç arayabilir miyiz? Bu işler arz taleple çalışmaz mı? Çizgi roman kahramanları bizimle birlikte değişirler. Karakterler değil belki, ama içinde bulundukları şartlar bizim yansımamızdır. Değişen ve yozlaşan, bu ideadan sürekli uzaklaşan bizken, Diana’nın suçu ne ki?
İşin ilginç yanı, bir kadını doğadaki en barışçıl ve aynı zamanda tehlikeli yaratık haline getirecek şey, Diana’ya resmi olarak hiç verilmedi, yani anne olmadı. Alternatif maceralarda oldu tabii, ama anne rolü, genellikle daima Hyppolita’da bırakıldı. Yolculuğuna en genç Amazon olarak başlayan Diana, bugün Amazonlar’ı yöneten savaş tanrıçası oldu.