Outcast: Şeytan Kişiliğinde Gizlidir

Bedenin doğaüstü güçler tarafından ele geçirilmesi, korku sinemasının pek sevdiği bir meseledir. Hem konunun tarihi ve sosyolojik bir arka planı vardır, hem hikayelerin çeşitli kültürlere uyarlanması rahattır, hem de olası projeler maddi olarak yapımcıları büyük külfetlere sokmaz. Tüm dünyada “ele geçirilme” (Bilinen ismiyle Possession) filmlerinin her sene düzenli üretiminin sürmesi, ülkemizde de “cin filmleri” şeklinde kendi formunu alması bu sebeplerden düşünüldüğünde pek şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan ise sinemadaki bu maddi başarının diğer sanat alanlarında kimyayı çok iyi tutturamaması. Bir de Outcast’e bakalım;

Çizgiroman özelinde bakarsak, korku çizgiromanın da  batıda hala vampir ve zombi baskınları dehşet saçmakta, doğuda da durum çok farklı değil. Ne var ki; farklı şeyler deneyen münferit örnekler var. The Walking Dead‘in arkasındaki isim Robert Kirkman’ın çizer Paul Azaceta ile dört senedir sürdürdüğü Outcast serisi de işte bu münferit örneklerden. Amerika’da çıktığı ilk aylardan itibaren büyük ilgi gören ve kısa zamanda dizi projesine başlanan Outcast’in Türkiye’de kitle edinmesi ise belli ki biraz yavaş ilerlemiş, seri hakkında etrafta çok konuşulduğuna denk gelmiyoruz.

Outcast bizi günümüz Amerika’sında küçük bir kasabada yaşayan Kyle Barnes ile tanıştırıyor. Küçüklüğünde annesinin, yetişkinliğinde ise eşinin gizemli varlıklar tarafından ele geçirilişine tanık olan Kyle iki sevdiğini de kötülüklerden arındırmayı başarmıştır, ancak bu arındırma; annesinin komaya girmesi, eşinin ise çocuğunu da alıp onu terk etmesiyle sonuçlanmıştır. Sıkıntılı bir hayatın en karanlık günlerini atlatmaya çalışan Kyle’ın kapısı bir gün Rahip Anderson tarafından çalınır.

Yıllardır şeytan çıkarma ayinleri düzenleyen Anderson’un uğraşmakta olduğu son vaka hayli zorludur ve Kyle’ın yardımına ihtiyaç duymaktadır. Kyle başlangıçta gönülsüzdür, ancak korkularını yenmesi için bu yardım çağrısına karşılık vermesi gerekmektedir. Macera ilerledikçe Kyle bu ele geçirilme vakasını çözer, ancak önemli keşifler de gerçekleşir; başta Kyle’ın kasabası olmak üzere pek yerde uzun yıllardır gizemli güçler insanları ele geçirmekte ve yaşamlarını sürdürmektedirler. Nedir bu güç? Kaç kişi ele geçirilmiştir? En önemli soru ise şudur; birkaç günü bırakın, onlarca yıl ele geçirilmiş halde yaşlanan bir bedeni nasıl içindeki karanlıktan arındırabilirsiniz?

Hikayenin gidişatı insanın aklına Exorcist ile Invasion of the Body Snatchers‘ın birlikteliğini getiriyor. Zaten Outcast’ın vurucu pazarlama cümlesinin “Ele geçirilmek işin sadece başlangıcı” olması da sadece Exorcist ekolüne bağlı kalınmayacağının göstergesi. İlk sayılarda Kirkman’ın Kyle’ı meseledeki konumlandırışı ise akla bambaşka bir eseri, Richard Matheson’un I am Legend‘ını anımsatan cinsten.

Bu ilk sayılarda Outcast evreninde işlerin nasıl yürüdüğünü biz de Kyle ve Rahip Anderson ile eş zamanlı olarak keşfediyoruz. Hikayenin asıl albenisiyse ilerleyen sayılarda gördüğümüz, yıllardır ele geçirilmiş ve kendi örgütlenmelerini kurmuş bir dolu karakterle yolumuzun kesişmesi ile kendini belli ediyor. Çoğu ele geçirilmişin kendine bir iş, aile edindiği bir düzende Kyle ve ekibinin girdikleri savaş bizi de ahlaki bir ikilemin içine atmakta. Kirkman’ın karakterlerine zor kararlar aldırmayı sevdiğini zaten The Walking Dead’ten iyi biliyoruz, Outcast’ta bu derece bir vicdan zorlaması bulunmasa da birkaç karakter dışında ortada gerçekten kötü bir kutbun olup olmadığı hala bilinmezde.

Belki birkaç cümleyle de kardeşleri kıyaslamak ve Outcast ile The Walking Dead arasındaki bağları sorgulamak gerek. Öncelikle (her ne kadar aksi yönde pazarlansa da) Outcast’ın bir korku çizgiromanı olarak değerlendirilmesi hususuna pek emin değilim. Grafik şiddet ve doğaüstü öğelerin varlığı aşikar, ancak işleniş bizi sorguya yöneltiyor. Pek çok noktada The Walking Dead’in çok daha korku türüne sadık bir gerilimi okura sunduğunu düşünüyorum. Outcast’taki sürükleyici, ancak daha farklı tonda bir gerilim. Bir diğer meseleden bahsedecek olursak, The Walking Dead’te okuru temelde kendine bağlayan şey trajedi iken Outcast’ta durum daha farklı.

The Walking Dead’in maceralarını takip edenler Rick’in hem bedeninde hem ailesinde yaşadığı kayıplar ile macerada ilerlerken Outcast’te Kyle hikaye genişledikçe bilakis başlangıçta dağılmış ailesini toparlıyor ve kendi gibilerle daha da güçleniyor. Hikaye nereye akar bilinmez, ancak Kirkman’ın bu sefer farklı bir yolu izlediği hissediliyor. İki serinin ortak olan en önemli kısmı ise Kirkman’ın her hikayesini aşamalı olarak kötü karakterlerle donatması. The Walking Dead’te The Governor’un ardından onu mumla aratan bir Negan ile karşılaşmamız gibi Outcast’te de gittikçe aşırılaşan bir kötüler geçidi söz konusu.

Genel olarak Outcast’ı Kirkman üzerinden değerlendirmem ve Paul Azaceta üzerine konuşmamam ise bilinçli bir tercih. Zira serinin belirleyiciliğinde Kirkman’ın yoğun bir etkisi olduğu izlenimine kapıldım. Azaceta’nın çizimleri Elizabeth Breitweiser‘in renklendirmesi ile (amaçlanan doğrultuda) soğuk bir Amerikan kasabası atmosferini vermeyi başarmış, ancak çizgilerden ziyade renklendirmenin beni daha etkilediğini itiraf etmeliyim.

Arkabahçe yayınlarından “Sürgün” adıyla iki cilt halen devam etmekte olan serinin ilk 12 sayısını içeriyor. Okuru maceranın içine alan bu 12 sayının ardından serinin kalanını hemen okumak istediğimi ve orijinal dilinde takibe başladığımı söyleyebilirim. Otuzlu sayılarda fantezi (ya da bilimkurgu, hala hiçbir şey açık değil) sınırını yükselten serinin aynı adlı Cinemax dizisi da büyük başarı kazandı, muhtemelen seri daha uzun süre macerasını sürdürecek.  Arşivinize eklemeyi ihmal etmeyin, sürükleyici bir gerilim tecrübe edeceksiniz.

Yorumlar