Sandman: Hikayelerin Daimi Prensi
Rüyaların hakimi, 70 yıl kadar bunların elinde tutsak kalır ve bunun tabii ki dünyaya etkisi büyük olur. Rüyalarını kaybedenler, uyuyamayanlar ya da tam tersi uyanamayan insanların sayısı hızla artar. Uzmanlar bu uyku temelli hastalıkları savaştan kaynaklanan depresyona bağlarlar. Burada şunu anlarız; Sandman sadece Daimiler’in değil, onların dokunduğu hayatların da öyküsüdür. Burada çizgi romanın neden “bir sürü hikayenin hikayesi” diye tanıtıldığını da anlarsınız. Aslında 10 cildin bütününe bakıldığında, Daimiler’in oynadığı rol küçük bile denebilir. Sandman, çeşitli çağlarda aynı hırsları, doyumsuzlukları yaşadıkları dönemin rengiyle hissetmiş dertli ruhların anlatısıdır. Çoğunun öyküsü içinize oturacak kadar hüzünlüdür.
Dream’i ele geçiren Burgess, sadece onu değil, hazinelerini de elde etmiştir. Bunlar Hikayeler Prensi’nin kendi elleriyle yaptığı, benliğini akıttığı üç gizemli eşyadır; bir torba kum, ölü bir tanrının kemiklerinden yaptığı miğfer ve bir yakut. Dream serbest kalınca, bu eşyalarının tarikatın bir üyesi tarafından çalındığını öğrenir ve ilk olarak bunları aramaya başlar (Burada Neil Gaiman’ın 1880’ler – 1920’ler arasında revaçta olan okült sosyetesiyle güzelce dalga geçtiğini de görürüz.). Kum, bir ölümlü olan John Constantine’dedir. Miğfer, Lucifer Morningstar’ın yönettiği cehennemden bir şeytan tarafından ele geçirilmiştir. Yakut ise, Doctor Destiny (**)’nin elindedir, yakutun yerini söyleyen cadılar ona Justice League ile irtibata geçmesini önerir.
Ne oldu, şaşırdınız mı? Konu Sandman olunca, asla yeteri kadar şaşıramazsınız! Buraya kadar size ilk cilt olan Preludes and Nocturnes’in (ilk sekiz sayıya denk gelir) başını anlattım. Bundan sonra 9 cilt daha bir bu kadar, hatta daha zengin karakter skalasıyla olaylar devam ediyor. Arada Daimiler’in diğer üyelerini de tanıyoruz. 75 sayı boyunca neler olmuyor ki? Rüyalarında hapsolmuş bir arkadaşlarını kurtarmaya çalışırken iki dünya arasında geçiş yapıp depreme neden olan ölümlüler, Dream’in en genç kardeşi Delirium’un ısrarıyla “Bırakıyorum ben bu işleri!” diye ortadan kaybolmuş 4. Daimi Destruction’u aramaya çıkması, Fransız İhtilali’nden tutun da eski Afrika medeniyetlerine, hatta mistik doğuya kadar uzanan bir hikayeler silsilesini takip ediyoruz. Hatta Dream’in oğlu Orpheus’un (evet, ünlü ozan) hikayesini bile öğreniyoruz. Bu hikayelerin bazıları bütünden fazlasıyla ayrık olmasına rağmen kendi içinde o kadar sürükleyiciler ki, burnunuzu kaldırmanız çok zor.
Sandman, uzak ve yakın tarihten herhangi bir eseri, efsaneyi, kahramanı içerisinde bulabileceğiniz bir gönderme ve kültür yumağıdır adeta. Shakespeare’den tutun Binbir Gece Masalları’na kadar her türlü öğenin yahut karakterin kullanıldığını görebilirsiniz. Bu çok çeşitli entelektüel göndermeler, bir Dan Brown’un, yahut yerli bir örnek vermem gerekirse Ahmet Ümit’in eserlerinden alacağınız genel kültür bombardımanına benzemez. Bütün bunlar hikayeyi var eden unsurlar olarak kullanılır. İçinde bir sürü malzeme olan bir çorba içtiğinizi düşünün (***), her birini ayırt etseniz bile öyle iyi yedirilmiştir ki sadece ortaya çıkmış güçlü tadı alırsınız.
Neil Gaiman her yazar gibi okuyucuyla içten içe sohbet eder, ancak bunu öyle doğal bir şekilde, özellikle de 80’ler ve 90’ların karmaşık kültürü içinde kendini var etmiş ortak felsefi noktalar üzerinden yapar ki, hikaye akıp giderken kendinizi hayatınızı sorgularken bulursunuz. Öne çıkan bir konu da, Gaiman’ın özellikle de uykuyla uyanıklık arasında algılarımızın değiştiği süreçte gerçekliğin bize hissettirdiklerini son derece vurucu sıfatlarla aksettirebilmesidir. Bu, yarattığı pek çok ölümlü karakterle anında %100’e yakın empati kurabilmenizi sağlar. Tarz olarak biraz Stephen King’e benzetirim hatta bunu. (Zaten Stephen King’e sayısız gönderme bulacaksınız.) Pek çok insanın, Sandman’in 80’lerin tarzı ağırlıklı çizimlerini beğenmeseler de hikayeye çakılıp hipnotize olmuş gibi okumasının bir nedeni de budur.
Sandman tek yazıda anlatılacak bir seri değil. Bundan sonra serideki karakterlere, özellikle Daimiler’e, ve sonradan çıkan Endless Nights, Overture ve Death başta olmak üzere çeşitli spin-off’lara da değineceğiz.
(*) Dark Fantasy; Karanlık fantastik eserler; genellikle anti-kahraman olarak tanımlayabileceğimiz ana karakterleri barındıran hikayeleri içerir. Bir alt tür olmasına rağmen kendi içinde de ayırımlar taşır. Hikayelerde hiçbir şey siyah ya da beyaz değildir, çoğu hikaye özünü hayatın acımasız gerçeklerinden alan depresif empati üzerine kuruludur. Başka popüler bir dark fantasy eseri olarak Witcher’ı örnek verebiliriz.
(**) Dr. Destiny, rüyaları gerçeğe dönüştüren bir aygıt olan Materioptikon’u icat etmiş bir DC süper suçlusudur.
(***) Ben de burada kendimce Memoirs of a Geisha’nın sonuna göndeme yaptım. 🙂
Bonus Not: Sandman 1990’lar sonunda ve 2000’lerin başında ülkemizde de çok tutulmuştur. Ancak tamamının çevrilmesi çok uzun sürmüştür. Metucon 2002’de Dream’in Cehennem’i ziyaretini konu eden bir LARP dahi yapılmıştır.