V For Vendetta: Çizgi Roman Tarihinin Anarşist Şaheseri
-
Zülfikar Yamaç
- Çizgi Roman
- 4 Haziran 2018
“Tabiatın giderek çoğalan kötülükleri başına üşüşmüştü ve talih, bu lanetli kavgada bir asinin fahişesi kisvesinde yüzüne güldü…”
Bu yazının ruhuna güzel uydu bu alıntı.
Çizgi roman okurken ana akım seriler dışında daha yaratıcı, kalıpların dışına çıkan, özgün yapımları kovalamak daha çok ilgimi çekiyor. Ne Marvel, ne DC, ne de Image Comics’e ya da yapımcılara laf söylemek derdindeyim. Her biri sektörün devlerinden. Bahsettiğim serileri ve benzerlerini takip etmeyi beceremiyor oluşum da bir diğer etken. Asıl söylemek istediğim kült kategorisine ulaşanlardan çoğu kimsenin haberdar olmadığı yapımlara kadar farklılık arz eden şeyleri deneyimlemek.
Girizgah kısmında oyalandığımın farkındayım. Ancak bu yazı bu site için kaleme aldığım en heyecan verici birkaç yazıdan biri olacak. Ne ki bu kadar uzun zamandır bekletmek gibi bir günahı da barındırıyor. Efendim, çoğumuzun filmiyle tanıyıp bildiği, sevdiği, bir sembole dönüşmüş, barındırdığı felsefenin hakkını veren doğasıyla V for Vendetta’nın çizgi romanı ikinci kez Türk okurlarıyla buluştu. JBC Yayıncılık öyle bir baskı hazırlamış ki rafta görünce insanın ağzının suyu akıyor resmen.
Remember…
V for Vendetta Türkçe’ye ilk ne zaman çevrildi hatırlamıyorum. O baskıya daha evvelden ne ulaştım ne de elime alıp okumuşluğum, göz gezdirmişliğim var. Bu nedenle yazı içerisinde iki baskı ile ilgili herhangi bir kıyaslama olmadan ilerleyeceğim. Her şeyi yeni, ciltli baskı özelinde konuşup yazmaya çalışacağım.
Takvimler 1981 yılını gösterdiği vakit çizerliğinin yanında kahinliği(!) ile de tanıdığımız Alan Moore abimiz V for Vendetta’yı yazmaya başlıyor. O vakitler bir yaşında kız babası olan yazarımız eserini tamamladığında çocuğu sekiz yaşına basıyor. Eser, 1988 yılında Davis Lloyd’un harika noir çizimleri ile birleşiyor ve okurun karşısına çıkıyor.
Popüler kültüre bu kadar mal olmuş bir eser için herhangi bir özet geçmek abeste iştigal gibi gözükse de adettendir hatırlatma olarak birkaç kelime edeyim.
Faşizm Kıskacında
Hikayemiz 97 yılında başlıyor. Filmde çizgi romanda da bizi Evey Hammond’un para kazanmak amacıyla sokağa çıkma yasağından sonra baltayı taşa vurduğu sahne karşılıyor. İşler hiç beklemediği yönde ilerlemeye başladığı anda maskeli bir kaçık tarafından kurtarılıp Gölge Galerisi’nde misafir edilir. Bahsettiğimiz kaçık gözünü devrim bürümüş, “mütevazi” evinde İngiltere’yi diriltme planları yapan V adındaki beyefendiden başkası değil.
Ülkenin içine düşmeyi geçtim gittikçe yoğun bir biçimde iliklerine kadar işleyen faşist ve dikta yönetimine karşı birilerinin hatta sadece bir kişinin bir şeyler yaptığını görmek Evey’i bir hayli şaşırtır. Ona göre sözü edilen yönetimi değiştirmenin imkanı yoktur. Çünkü yönetim gerçekten her yerdedir. Telefonları geçtik evler direkt olarak dinlenir. Televizyon propaganda yayınlarından geçilmez. Başınızı eğip verilenle yaşamak zorunda olduğunuz bir demir yumruk. Ancak adamımız V daha -filmde- ilk ortaya çıktığı sahnelerden birinde kendisine ihanet eden “bayan adaletin” hakkından geliyor. Akabinde ise kendi geçmişine ve ülkenin yaşadıklarına aynı yöntemle müdahale ediyor; intikam duygusuyla.
Devamında neler olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu nedenle hatırlatma faslını burada bırakıyor çizgi romanın kendisine ve film ile aralarında ne gibi farklar olduğuna geçiyorum.
Çizgiden Ekrana
İlk göze çarpan -çarpmaması mümkün değil- en baştaki patlama sahnesi. Filmde kurtarma sahnesinin akabinde Old Bailey denen binanın, adalet hanımın patladığını -çok iyi bir sahneydi- izledik. Parlamento Binası’nın hikayenin ana hedefi olarak sona kalmıştı. Çizgi roman burayı ilk başta elden çıkarıyor, yok ediyor. Vurucu etki anlamında çizgi romandaki sahne daha etkileyici geldi. Simge olarak düşünüldüğünde yönetimin asıl binasının ilk ortadan kaldırılan şey olması fikri etkileyici.
İki farklı kulvar, farklı anlatım teknikleri kullanımına bağlı olarak şikayet edeceğimiz bir şey yok. Lakin rahat on defa izlemiş birisi olarak okuduğum şeyin farklı olduğunu görmek şaşırttı. Okudukça yığınla detayın çok daha farklı ele alındığını, ortaya çıkarıldığını gördüm. Bu konuda çizgi roman sanıyorum hem ilk olması hemde daha fazla alana sahip olması açısından bir sıfır önde.
Bir Takım Farklar
Farklılıklara örnek olarak mesela teknoloji. Filmde propaganda yayınlarının televizyon üzerinden yapıldığını gördük. Burada ise İngiltere’nin yüzü/sesi olan Lewis Prothereo’nun ancak sesini duyuyoruz. Zira yayınlar radyo -MF 275-285 frekansı- üzerinden yapılıyor. Televizyon kullanımı mutlaka var, 1997 yılından bahsediyoruz. Alan Moore neden radyo yayını gibi bir yöntem tercih etti diye düşünürsek aklıma atmosferi daha da koyulaştırmak istediği geliyor. Halkın kendisini çok daha kısıtlanmış, kontrol altında alınmış hissini verebilmek için. Kime ait olduğunu bilmediğiniz, herkesin gözünde farklı canlandırdığı bir ses. Adına da “Kader” demişler. Size belli saatlerde ahkam kesiyor. Adeta tanrı gibi, ne oldu, ne olacak, neyden korkmalısınız vs. şeklinde emirler yağdırıyor. Düşününce zaten karanlık olan atmosferi bir nebze daha karartıyor.
Televizyon demişken çizgi romanda NTV olan devlet kanalının ismi filmde BTN olarak değiştirilmiş. Evey filmde kanal çalışanıydı burada ise işsiz diyebileceğimiz bir halde. İki eserde de Storm Saxon adlı dizi -isminde bile meymenet yok- yerinde duruyor!
Bir diğer nokta da tabi ki eserin kaleme alındığı tarih. 1981 yılında yazılmış çizgi roman esasında geleceği değil tam tersi geçmişi anlatıyor gibi. Gerek atmosfer gerek karakterlerin tasarımları buna işaret eder nitelikte. Yetmişler havasının hissedildiği mekanlarda cereyan eden olaylar hikayeyi daha yaşlı gösteriyor. Filmde adeta milenyum sonrası bir dönemi izlemiştik. Distopik anlatımı güçlendiren etkenlerden biri de halkı boyunduruk altında tutmaya yarayan teknolojik ilerleme. İzlediğimiz versiyon bunu güzel yakalamış. İnternetinde kurguda kendisine yer bulması içinde yaşadığımız zamana ve geleceğe işaret ediyor. Zira Big Brother dediğin ille 1984 romanında kalacak değil ya…
Kişiler ve Karakterler
Film ve kitap kıyaslandığı zaman karakterler arasında bazı motivasyon ya da yaratım süreci ile farklar olduğunu fark ediyoruz. Filmde Stephen Rea’nın canlandırdığı dedektif Finch karakterinin çizgi roman hali hikayeye daha uygunmuş gibi geldi. Kel, kırklarını çoktan geride bırakmış, görevini yaparken oldukça sakin, hasmının zihnini anlamaya çalışan, daha profesyonel. Amacım film versiyonunu taşlamak değil, arada farkları ve beğenilerimi dile getiriyorum.
Bütün yönetim kadrosunu -istihbarat, röntgenci vs.- ile ilgili olarak film halini pek tutmadım. Bu kısımda açıkçası en başarılı olan bahsettiğim ihtiyar dedektifimiz olmuş. Bu durum özellikle Adam Susan karakterinde iyice ortaya çıkıyor. Çizgi roman haliyle tezatlık içinde. Nitekim Dascombe adlı televizyoncu abimizde de değişiklikler söz konusu. Çizgi romanda her birinin karakteri, ağırlığı varken filmde bunun çok fazla hissedildiğini düşünmüyorum.
Ancak bu konuda Evey Hammond istisna. Natalie Portman’ın harikalar yarattığına çizgi romandan sonra kesin olarak ikna oldum. Buradaki Evey bildiğin çocuk. Hayat hakkında hiçbir tecrübesi yok, ailesinin erken yaşta kaybetmiş, kendi ayakları üzerinde duramamış bir kız çocuğu. Yaşadığı dönemin zorluklarının altında kalmış. Ve bu sürekli devam etmiş gibi görünüyor. Döneminin sert, acımasız, karanlık dünyası ona göre değil. Film tarafında ise bir bunun tam tersi izleyiciye sunuluyordu. Bunun başlıca sebeplerinden bir tanesi güçlü kadın karakter yaklaşımı. Çizgi romana kıyasla çok daha fazla insana ulaşacak bir yapımda on altı yaşında, yaşadığı hayatın farkında olmayan, yardıma muhtaç bir Evey Hammond doğru yaklaşım olmayacaktı. Yapımcılar bunun çok iyi farkında oldukların sebep karakteri baştan yaratmışlar. Kötü de olmamış.
“Call Me V”
Ana karakterimiz, dişiyle tırnağıyla kazıyan, emek veren anarşistmiz V… Geçmişinde yaşadıklarını hepimiz biliyoruz, tahmin edebiliyoruz. Film tarafında karakterin başından geçenlerin, geçmişinde yaşadıklarının eksik aktarıldığını söylemek mümkün. Çizgi roman halinde onun çok daha zeki, karanlık ve hastalıklı bir ruha sahip olduğunu görüyoruz. “Adalat hanımla” yaptığı veda konuşması hedefine dair tutkusuna ve hırsına dikkat çekiyor. Adam tam manasıyla çıldırmış dedirtir. Prothero’yu yakaladıktan sonra intikam almakta kullandığı yöntemler ise hasmına yaraşır şekilde olmuş. Bunun gibi detaylar ile katakterin fazlasıyla ete kemiğe büründüğü sahneler okuyoruz.
Teknik tasarım anlamında Guy Fawkes rolüne çok daha sadık olmanın yanı sıra onu her zaman aynı maske ile de görmüyoruz. Kılık değiştirmesi, anlatıldığı döneme uygun yöntemlere başvurması gibi şeyler çizgi romanın anlatı gücünü gayet başarılı kullanıyor. Nasıl olsa süresi sizin belirlediğiniz kadar olan bir mecra…
Daha Daha
V for Vendetta hikayesinin sadece V ve Evey arasında geçmediğini okuduğumuzu da söylemek isterim. Kurgulanmış olan İngiltere hakkında, insanların nasıl bir ülkede yaşadıkları hakkında çok daha fazla detay yakalıyoruz. Silah kaçakçıları, arka mahalle çeteleri bunun bir kısmı. Bir de diğer karakterler etrafında gelişen olaylar hikaye derinliği açısından dikkate değer.
Teknik detaylar hakkında da birkaç kelam ederek sona doğru yaklaşıyorum. En başta bahsettiğim gibi Alan Moore’un kimilerine göre en başarılı işi olan -benim gönlüm Watchmen‘den yana- V for Vendetta ikinci defa Türk okuruyla buluşuyor. Bu baskı esere yakışır şekilde ciltli olarak piyasada. JBC Yayınları bu noktada Sezar’a hakkını vermiş. Bu sayede uzun yıllar tekrar tekrar okumaya elverişli, evladiyelik hale gelmiş. Yoksa bu kalınlıkta bir eser yumuşak kapakla bir hayli yorulup, yıpranmaya müsait hacimde bir eser. Çeviri kısmı döneminin jargonunu uygun, okurken rahatsız edip yormuyor. Hikayenin takip edilmesi noktasında herhangi bir sorun yok.
Tek gönlümün kaldığı nokta kapak resmi. İnsan klasikleşen V silüeti görmek istiyor haliyle. Ancak olmamasını da anlıyorum. Zira ülke olarak söz konusu imajı çok fazla ve çoğunlukla yanlış kullandık. Anarşi dendiği zaman akla Kropotkin ismi ya da Noam Chomsky’nin Occupy eseri yerine bu maske geliyor. Popüler kültürün sömürüsüne uğramak gibi bir talihsizliği oldu.
Bitirirken
Filmine hemen herkesin aşina olduğu, “fikirlere kurşun işlemez” cümlesini hafızalarımıza kazıyan V for Vendetta’nın çizgi romanı kesinlikle okunmaya değer . Öyle ki filmde izlediklerinizi unutun hatta. Hikaye kesinlikle çok daha sağlam. Hani ölmeden önce bilmem ne listeleri var ya? İşte oraların haklı misafiri. Alan Moore kaleminden okudukça kendinizi rahatsız hissetmenizi sağlayacak hikayesi ve David Lloyd’un usta işi çizimleri bir araya gelmiş. Armosfer, anlatı, katakterler. Görülmeye değer…