Watchmen: Bir Efsanenin Yeniden Baskısı

Çizgi roman piyasasına baktığımız zaman en çok satan yapımların genel itibari ile alıştığımız ana akım firmaların/serilerin süper kahraman hikayeleri olduğunu görüyoruz. Genelde ya siyah ya da beyaz olan karakterlerin yer aldığı bu tarz seriler pazar payının önemli bir kısmını eline almış durumda. Söz konusu durum okuyucu beklenti ve beğenilerinin ne durumda olduğunu görmemizi sağlıyor. Ancak bir tane çizgi roman var ki tüm bu ve benzeri yapımlara adeta meydan okuyor. Klasikleşen o süper kahraman içerikli çizgi romanlardan daha farklı bir çizgide ilerleyen Watchmen, kelimenin tam anlamıyla aykırı bir yapım.

1986-1987 yılları arasında 12 sayı olarak yayınlanan bir yapım var elimizde. Alan Moore tarafından yazılan ve Dave Gibbons çizgileri ile hayat bulan Watchmen yayınlandığı ilk yıllarda dikkatleri üzerine çekmeyi başaran bir yapım oldu. Çizgi roman tarihinde pek de parlak bir dönem sayılmayan çıkış tarihi itibari ile bir nevi “sonuncu süper kahraman hikayesi bu, devamı olmayacak” gibi bir havası vardı. Gerçi durum bunun tam tersine evrildi ya neyse. Lafı fazla uzatmadan İthaki Yayınları tarafından Türkiye’de ikinci kez basılan Watchmen neymiş, ne değilmiş, gözcüleri kim gözlüyormuş buyurun beraber bakalım.

Konuya girmeden evvel daha önce sitede yayınlanan ve benimde birçok noktada katıldığım şöyle bir yazı var, eğer bu yazıdan önce okumak isteyen olursa diye şöyle bırakıyorum:

Alışılmışın Dışında Bir Çizgi Roman

Neler Oluyor?

Hikaye açıkçası çok garip bir şekilde başlıyor. 1985 yılındayız. Ancak karşımızda alternatif bir Amerika var. Teknolojik anlamda çok daha gelişmiş bir toplumdan söz ediyorum. İlk panellerde karşımıza bir cinayet soruşturması çıkıyor. Komedyen adıyla bilinen, asıl ismi Edward Blake olan eski bir askerin cinayete kurban gittiğini okuyoruz. İnsanların daha çok takma adıyla tanıdığı, bir çeşit süper kahraman olan Blake’in ölümü gözlerin diğer süper kahramanlara çevrilmesine sebep olur. Haliyle toplum düzenini kendi bildikleri yöntemlerle sağlayan maskelilerin hepsi olayı yakından takibe alır. Para ya da başka bir maddi sebepten ötürü işlenen bir cinayet mi yoksa birileri maskeli kahramanları mı avlıyor.

Watchmen

Polisiye bir hikaye gibi başlayan eser korktuğumuz gibi bu şekilde devam etmiyor ve sırayla diğer kahramanların hayatlarına, başlarından geçenlere odaklanmaya başlıyor. Hikayenin ana karakterlerinden Rorschach’ın bir dedektif edasıyla yakından izlediği olaya sırayla diğer kahramanlarda dahil oluyor. Geçmişleri ve yaşanmışlıkları ile ‘maskeli intikamcılar’ ya da süper kahramanlar neyle karşı karşıya olduklarının yavaş yavaş farkına varırlar.

Karakterler

Alıştığımız süper kahramanlardan çok farklı profillere sahip karakterler var burada. Bir kere en baştan söyleyelim; aralarından sadece Dr. Manhattan’ın süper güçleri var. Onun durumu da esasen bir çeşit kazadan ileri geliyor. Yani kendi isteği ile kazandığı ya da kendinden sahip olduğu güçler, özel yetenekler vs. söz konusu değil. Ve kahraman olmasının sebebi ise içinde bulunduğu psikolojik boşluktan ileri geliyor diye düşünüyorum. Okuduğunuz zaman anlayacağınız üzere seri içerisindeki her şeye kadir bir kişi varsa o da Dr.Manhattan. Onun da ciddi bir psikolojik tedaviye ihtiyacı var. Bu –süper olmayan süper kahramanları- yönü itibari ile başlı başına herhangi bir süper kahraman hikayesi ile ters düşen seri, ayrıca bu müesseseye de çok farklı bir açıdan yaklaşıyor.

En başta bahsettiğim ana akım seriler içerisinde yer alan kahramanları sevmeyenler sadece serinin kötü karakterleri olurdu. Bir taraf iyi diğer taraf kötü olur, birisi toplumun iyiliği diğeri de kendi çıkarları için kozlarını paylaşırlardı. Genel çizgileri bu şekilde olan yapımlara karşın Watchmen içerisindeki kahramanların hemen hepsi toplumla sorunlu, geçmişinde birden fazla suça bulaşmış, kesinlikle siyah renge daha yakın insanlardan oluşuyor. Suçla savaşmak alışılageldik sebepler yerine çok daha farklı motivasyon ve nedenlere sahipler. Örneğin Rorschach. Öyle şövalyelik olsun diye maske takıp suç peşinde koşuyor değil. Hayat kadını olan annesinden gördüğü şiddet sonrası toplumla arası hiç iyiye gitmemiş olan adamımız sonunda da kendisini gece vakti kötü adam peşinde koşarken iyi hissettiğini fark ediyor. Bunun da sebebi mevcut adalet mekanizmalarının yöntemlerini birinci elden tecrübe etmesinden ileri gelen güvensizlik. Yani adamımız polise ve uygulamalarına güvenmek yerine adaleti kendisi yerine getirmeye karar veriyor. Aklıma gelen ilk örnek bu.

Watchmen’in DC Rebirth ile DC evrenine dahil oluşu

Serideki kahramanların hemen hepsinin aynı olmasa bile yakın geçmişlerinden dolayı kahraman olmayı seçtiklerini görüyoruz. Adaleti sağlamak ya da kötülerin cezasız kalmaması gibi ilkeler burada genelde ikinci hatta üçüncü planda geliyor.

Yorumlar