Yabani #4 – Aynı Formül, Farklı Tat
Türkiye’nin aylık pulp çizgi roman dergisi Yabani yeni sayısıyla aramızda. 4. sayısıyla beraber “Türk Pulp” diyebileceğimiz tarzını farklı öykülerle zenginleştirdiğini görebiliyoruz. Örneğin “Kralına İsyan”, gördüğümüz üzere Türk motiflerinin bilim-kurguyla karıştırılmasıyla, 80’ler kafasında yaratılmış bir seriyken, “Doktor Hyde” edebiyatta klasikler yerini almış ünlü bir romanın farklı bir yorumunu bize sunuyor. Hepsi aynı dergi içerisinde olunca, bir öykü hoşunuza gitmese bile size hitap edecek bir şey kesin buluyorsunuz. “Pulp” olduğu için hikayeler tabii ki karanlık ve “abartılı”. Dergiyi neden aldığınızı bildiğinizde veya türün diğer mecralarının da takipçisiyseniz (Heavy Metal gibi) Yabani size farklı bir tat olacaktır.
Şimdi gelelim 4. sayıya. Bir önceki sayıdan kesinlikle daha akıcıydı, özellikle çizgi öyküler bir çırpıda bitti. Geçen ay “aşk” ile dertli olan hikayeler, bu ay biraz daha sosyal mesaj vermeye kaymış gibi geldi. Doğası gereği bazı öyküler klişe kaçsa da, genelinde göze batmıyor. Hikayeleri tek tek mercek altına alalım, hepsinden ayrı ayrı bahsetmek lazım.
Doktor Hyde (Devrim Kunter/Özgür Yıldırım)
Yeni sayının ilk çizgi öyküsüyle başlayalım. Londra’nın ünlü “şehir efsanelerinin”, sembolik karakterlerinin kolajı olarak Pastiş esere güzel bir örnek “Doktor Hyde”. Ana karakter Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın birbiriyle barışık (!) hali. Doctor Hyde’ın goril şeklinde olması, içindeki “hayvanın” dışarı yansıması olarak seçilmiş. Harambe esprilerini lütfen hikayeye karıştırmayın.
Hikaye bu açıdan Alan Moore’un The League of Extraordinary Gentlemen‘ine biraz fazla benziyor gibime geldi. Ona bir ruhani devam öyküsü olarak yazılmış da olabilir gibi. Allan Quartermain ve Hyde birbirini tanıyor, Mycroft Holmes’da var, belki ilerleyen bölümlerde Dorian Gray bile çıkar?
Çizimler konusunda yorum yapmaya kendimi yeterli bulamadım açıkcası çünkü Özgür Yıldırım’ın çalışması inanılmaz. Hem hikayenin, hem de çizimlerin devamını görmek istiyorum. “Doktor Hyde” serisi, giriş bölümlerinin yavaşlığından silkelendiğinde gerçek potansiyelini gösterecektir.
Her Ayrılık Ceset Kokar (Göktuğ Canbaba/Eren Arık)
Göktuğ Canbaba’yı tanıyor olabilirsiniz, kendisi ülkemizde fantastik roman türünün bilindik isimlerinden. Yabani için yazdığı hikayesi bayağı bir alegorik. Ben 21. yüzyılda “aşk”, “ilişkiler” üzerinden bağımlılık hakkında yazıldığını düşünüyorum. Bağımlı olduğumuz şey “aşk acısı” tabii ki, arap saçına dönen ilişkilerden çıkıp “çivi çiyiyi söker” mentalitesinin bizleri ele geçirdiğini, bizleri zombi hayatlarımızı gerçekten yaşamadığımız konusunda uyarıyor hikaye.
Yabani’de şu ana kadar okuduğum en güzel hikaye diyebilirim. Derginin tarzı gereği öykülerin üzerine gitmiyorum fakat kısa hikayenin roman gibi gereksiz detaylarla doldurulmasına şiddetle karşıyım. Sanat için yazılıyorsa kısa hikayenin bir tekniğe, yapıya oturtulması gerekir. “Her Ayrılık Ceset Kokar”, kıstaslara uyarken, pulp ruhunu koruyor ve okuyucuya bir duygu, mesaj iletiyor.
Akbaba Şehri (Kadir Özen/Bora Örçal)
Sanırım Kadir Özen “Hangimiz?” hikayesini tekrar yazmış fakat kötü anlamda söylemiyorum. Kesinlikle önceki hikayeye göre duygusal olarak derin ve sonrası merak uyandırıcı.
“Hangimiz?” hikayesine benzetme nedenim olay örgüsü. Post-apokaliptik bir ortam, çapulcular var, avın ortasındalar, aniden daha büyük ve güçlü bir rakip gelip gafil avlanıyorlar. “Akbaba Şehri”ni okurken olay çok tanıdık geldi. Önceki sayılar hafızamızda tazeyken yayınlaması biraz kötü olmuş. Anladığım kadarıyla aynı evrende geçiyorlar fakat bu önceki olayı, karakterleri değiştirip sunmak demek değil. Dediğim gibi, yeniden yazılmış gibi bakarsanız o zaman Kadir Özen’in öyküyü ne denli geliştirdiğini görebilirsiniz.
Ha ama içeriğe gelirsek, karakterlerin yazımı inandırıcı. İnandırıcı karakterlerle okuyucu bağlantı kuruyor, öldükleri zaman da bir etki doğuruyor. Önceki hikayede bunun eksik olduğunu düşünmüştüm. O yüzden tekrar sunulmuş gibi hissettirse de, beğendiğimi söylemeden bir sonraki satıra geçemeyeceğim. Hikayenin puslu çizimi ayrıca estetik olarak cuk oturmuş, çizer Bora Örçal’ın kalemine sağlık.