11.22.63: Rakamların Arasına Sıkışmış Bir Tarih
Stephen King’in aynı isimli romanından uyarlanan bu 8 bölümlük mini seri hakkında görüşlerimi belirtmeden önce size biraz buruk, biraz pişman, çoğunlukla ise dürüst olan bir itirafta bulunmak istiyorum. Hayatım da hiç Stephen King romanı okumadım! Bunun ne denli bir eksiklik olduğunu ise bu dizi sayesinde fark ettim ve en kısa sürede Stephen King okumaya başlama kararı aldım. Çünkü dizisi böylesine konsantre bir çekiciliğe sahipse uyarlandığı roman kim bilir nasıldır.
Geçen Yine Zamanda Geriye Gidiyorlar…
Adını Amerikan başkanı JFK’nin suikaste uğradığı günden alan dizi, James Franco’nun canlandırdığı 2016 yılında bir öğretmen olan Jake Epping’in arkadaşı Al Templeton’a ait lokantanın arkasında bulunan bir tavşan deliği sayesinde zamanda geriye gidip JFK suikastini önlemeye çalışmasını anlatıyor. Dizinin konusunu öğrenince bende finalinin ne denli klişe olabileceği yönünde ön yargılar oluşmaya başlamıştı. Çünkü zamanında bir çok bilim kurgu sever gibi benimde sütten ağzım yanmıştı. Neticede konu zamanda yolculuk olduğunda çoğu yapıt bir noktadan sonra hayal kırıklığı oluyor detaylara önem veren bir izleyici için.
Ama 11.22.63 klişelere ve paradokslara mahal vermeyen finali ile bu ön yargıyı en azından benim nezdimde yıkabilen bir dizi oldu. Dizide Jake’in geçmişte zamanın akışına her müdahale edişinde zamanın onu geri itmeye çalışması oldukça güzel bir fikirdi bana kalırsa. Zaman kendisine müdahale edilmesini istemeyen, bütünsel yapısını koruma mekanizmaları olan canlı bir varlık gibi ele alındığından ötürü narratif yapıda Jake’in ana çatışması haline geliyordu.
Dizide Sadie Dunhill karakterini canlandıran Sarah Gadon ise tüm sempatikliği ile dizinin sürekli mevcudiyet arayan o gergin havasını kırmayı başarıyor. Sarah Gordon’un karakteri de dizideki bir çok karakter gibi yer yer, gelecekten gelen kahramanımız Jake Epping için bir çatışma sebebi oluyor. Fakat dizi narratif yapıda ki bu ve benzeri iç ve dış çatışmaları genelde bölüm süresini tamamlamak veya hikayeyi esnetmek gibi izleyiciyi diziden ve asıl mevzudan uzaklaştıran bir sıklıkta kullanılmayıp dozajında tutuyor.
Kitap vs Dizi: Dawn of 11.22.63
Dizinin eleştiri aldığı en büyük nokta ise kitaptan oldukça farklı bir çizgide ilerlemesi oluyor. Ben kitabı okumadım fakat okuyanların söylemine göre dizi her ne kadar finalini kitaptaki gibi yapsa da, daha ilk bölümden itibaren gerek kurgu olarak, gerekse karakterlerin işleniş biçimi olarak kitaptan sıyrılıp kendi yolunda ilerlemiş. Kitabın daha politik bir yapısı olduğunu, olaylara daha cesur bir bakış açısı ile yaklaştığını, dizinin ise 8 bölümlük bir mini seri olması sebebiyle bunu ekrana yeterince aktaramadığı söyleniyor.
Dizi cesaret yönünden belki iddia edildiği gibi kitabın brütlüğüne sahip olmayabilir ama değinmek istediği toplumsal ve siyasi konulara yeterince cesur bir şekilde değindiğini düşünüyorum. Ayrıca 816 sayfalık kitaptan uyarlanan 8 bölümlük bir mini dizide kitaptaki her şeyi beklemek naif bir beklentiden öteye geçemiyor ne yazık ki. Hele de ortada Game of Thrones gibi kitaplarından her geçen gün kopan fakat popülaritesinden gram kayıp yaşamayan bir dizi varken…
Son olarak diziyi benim gözümde başarılı kılan unsurlara:
- 60’ların o noir havasını gerek görsel olarak gerekse sosyo-kültürel olarak yansıtmada ki başarısı.
- Yine 60’larda varlığını tüm sertliği ile hissettiren Irk Ayrımı Sistemi ve Afro-amerikan vatandaşların sınıfsal olarak toplumdaki konumunu aşırıya kaçmadan çok ince nüanslarla izleyiciye gösterebilmesi.
- Sadie Dunhill karakteri üzerinden 60’larda kadının maruz kaldığı sosyal kısıtlamaları ve kadın-erkek eşitsizliğini yansıtma şekli.
- 60’ların bu karanlık toplumsal yapısını 2016’dan gelmiş birisi olan Jake Epping’in bakış açısından göstermesi.
- Tarihi anları tekrardan canlandırmalarındaki başarısı (öyle ki; Babushka Lady’yi bile görüyoruz finalde).
- Finale yaklaşırken dahi izleyiciye final hakkında ipucu vermeyip, oluşturduğu merak hissi ile suikastçinin kimliği konusunda izleyicide yarattığı ikilemi tek potada eritebilmesi ve bu sayede her bölümün daha da heyecanlı geçmesini sağlaması.
- James Franco ve George MacKay’in ışıldayan oyunculukları.
- Amatör casusluk damarı ile dizinin tempo kaybını bazı yerlerde önlemesi.
- JFK suikastini tarihi gerçekliğinden fazla sapmadan, çok detaya girmeden ama kritik detayları da es geçmeden vermesi.
- Jake Epping’in, yani sıradan birisinin, tarihin akışını değiştirmek gibi bir görev aldıktan sonra yaşadığı karakter gelişimini yeterince iyi işleyip, duygusal bir final ile sonlandırmasını örnek gösterebilirim.