Agatha Christie’den Katil Avı – And Then There Were None

“And Then There Were None”, Agatha Christie’nin ilk okuduğum ve utanarak söyleyebilirim ki, tek okuduğum eseridir. En az 7-8 yıl önce okumuştum ve kitap hakkında hatırlayabildiğim en önemli şey, gerilimden kendimi kitabın içinde gibi hissediyor ve okumayı bırakamıyor oluşumdu. Bir diğeri de neden Türkçesinin “On Küçük Zenci” olduğuydu. Her çeviride mutlaka aklıma takabileceğim bir ayrıntı bulduğum gibi, burada da bulmuştum. Ama daha sonra her şey aydınlığa kavuşuyor tabii.

Birkaç ay önce ise anılarımı yeniden canlandırabileceğim Aralık 2015 BBC yapımı bir mini-dizinin varlığından haberdar oldum. BBC, son dönemlerde dizilerini en çok izlediğim kanal haline gelmedi değil. Artık bu takıntıdan kurtulmak istiyorum derken, yeniden kendimi BBC dizisi olan And Then There Were None izlerken buldum. Zaten üç bölümden ibaretti ve hemen biteceğini düşündüm. Hemen bitti de tabii, ama nasıl geçti o saatler sormak gerek.

andThen1

And Then There Were None’ın 2015 versiyonunu Sarah Phelps yazıyor, Craig Viveiros bayağı başarılı bir şekilde yönetiyor. Daha önce de bir çok uyarlaması yapılmıştı On Küçük Zenci’nin. 1945’te aynı adla filminin çekilmesinin yanı sıra, 1965’te “Ten Little Indians” adıyla beyaz perdeye aktarılmıştır. Ama en çok beğenilen 1945 versiyonu olmuştur. Şimdi ise beğenilen uyarlamalar arasına bir yenisi katıldı mini-dizi ile birlikte. Üstelik eski versiyonlarının yerini tutmasa da, küçük çaplı da olsa bir yıldız geçidi ile birlikte izleme şansı yakalayabildik. Charles Dance, Aidan Turner, Burn Gorman, Toby Stephens, Sam Neill, Noah Taylor, Maeve Dermody ve Douglas Booth en başta yer alıyor. Tam bir İngiliz fırtınası diyebiliriz yani.

Oyuncular da rollerine o kadar uymuşlar ki, geçmişte onları izlediğimiz karakterlerin çoğu aklınıza bile gelemiyor. En dikkat çekici karakterler arasında; son derece yüzeysel bir karakter olan Anthony Marsten (Douglas Booth), kolaylıkla yalan söyleyip korkunç sonuçlara maruz kalsa da vicdan azabından yoksun olan Vera Claythorne (Maeve Dermody), dönemin sığ burjuvazi görüşlerinin temsili olup kendisini mükemmeliyet ölçütü zanneden ama belki de oradaki en suçlu insanlardan birisi olan Emily Brent (Miranda Richardson), belki de kişisel hayatındaki çevresinde insanlardan saygı göremediği için (kendimce yaptığım psikolojik bir çıkarım) hıncını zayıflardan alan William Blore (Burn Gorman), ne yaşlı bir kadının ölümünden ne de karısının ölümünden etkilenmeyip sufle yapmaya devam edebilen Thomas Rogers (Noah Taylor), idam görmekten zevk duyan hakim Lawrence Wargrave (Charles Dance) ve onlarca yerliyi neden öldürdüğü sorulduğunda “Çünkü öyle gerekiyordu.” diyebilecek kadar soğukkanlı olan Philip Lombard (Aidan Turner) bulunmakta.

Tüm bu karakterlerin derinlerine rahatlıkla inilebilir ve indikçe daha çok merak duyabilirsiniz. Çünkü, tüm karakterler belki de her gün karşılaşabileceğiniz ama farkında olmadığınız hastalıklı tipleri temsil ediyor. Bir süre sonra siz de benim gibi minik bir Sherlock Holmes oyunu oynamaya başlayabilirsiniz. Ve başladığınızda sonunu da kolaylıkla getirebileceksiniz.

Hikayemiz, 1930’larda Bay ve Bayan U.N. Owen adında bir çiftin, Soldier adasında bulunan malikanelerinde özel bir davet verdikleri ve her gelene farklı bir iş verecekleri söylenerek, on birbirinden tamamen farklı kişi malikanenin bulunduğu adaya çağrılır. Bir kişi hariç, aralarındaki hiç kimse neden gerçekten orada olduklarını ve hepsinin ortak özelliğinin ne olduğunu bilmemektedir. Oraya geldikleri akşam ilk önce bir pikaptan hepsinin öldürdüğü kişilerin isimleri sıralanır ve tabii ki bir inkar etme seremonisi gerçekleşir; ardından da aralarından birinin zehirlenerek ölmesi, bir diğerinin de yatağında (büyük ihtimalle boğulmuş) ölü bulunması ve masalarında bulunan on biblodan ikisinin eksilmesi üzerine tansiyonlar iyice yükselmeye başlar. Adada terk edilmiş oldukları gerçeği ve Bay ve Bayan Owen’ın gerçekten var olmadıkları gerçeği de iyice üstlerine tuz biber olur. On biblonun, On Küçük Zenci şiirinden esinlenerek yapıldığını ve On Küçük Zenci’nin de kendileri olduğunu fark etmekte geç kalmaz kahramanlarımız tabii. Tam olarak şiirin şu kısmı çoktan gerçekleşmiştir bile:

“On küçük zenci yemeğe gitti
Birisi kendisini boğdu ve kaldı dokuz”

Yorumlar