Chernobyl – Modern Dünya’nın Gerçek Korku Masalı

Dizi çıktıktan sonra Chernobyl faciası hakkında pek çok araştırma yapmış ya da internette bazı derlemeler okumuş olabilirsiniz. Fakat olayın yaşandığı 1986 senesinde ve etkilerinin hissedilip Dünya’da ortaya çıkan etkilerinin gözlendiği 86-90 seneleri arasını yaşamış olmak ayrı bir duygu.

Bendeniz, olay sırasında 5 yaşındaydım. Chernobyl’in mistik bir korku öğesi oluşunu yarı bilinçli yarı bilinç altında gözlemleme talihsizliğine erişmiş birisiyim. Sonraki yıllarda radyoaktiviteye bağlı ölümler, Doğu Avrupa, Batı Asya, Kafkaslar ve Karadeniz civarında korkunç sayıda artan kanser vakaları, istenmeyen sayısız mutasyon taşıyan doğumlar ve daha niceleri çocukluk korkularımı oluşturur.

Bu gün, her tip “korku” materyalini seven biriyim. İster film ya da dizi, ister oyun, kitap aklınıza ne gelirse büyük bir iştahla tüketirim. Fakat Chernobyl ve onun özelinde radyoaktivite, bilinçaltımda sürekli bekliyor. Çocukken gördüğüm sayısız görüntüler ve haberler, halen canlı olmasa da kalıcı bir yer etmiş durumdalar.

Chernobyl, Ukrayna’da sanata bile damgasını vurdu.

Bu yüzden, HBO’nun 5 bölümlük bu mini dizisinin etkileyici olmaması kaçınılmazdı. Velev ki yazının yazıldığı sıradaki 9.6 IMDB notuyla (IMDB puanları hakkındaki yazımıza da mutlaka göz atın) kalitesi zaten teyit edilmiş gibi görünüyor. Karşılaştırma olması açısından ekliyorum, efsaneler efsanesi Band of Brothers 9.5, Breaking Bad 9.4, Game of Thrones ve The Wire 9.3, The Sopranos ise 9.1 puana sahipler.

Yine de eklemek gerekir ki bu karşılaştırma, Chernobyl’in daha iyi olduğu ya da diğerlerinin daha kötü olduğunu göstermez. Fakat hangi açıdan bakarsanız bakın, kaliteli bir işle karşı karşıya olduğunuzu gösterir.

Dizi

Sadece 5 bölümden oluşan dizi, kazanın olduğu akşamdan başlıyor ve sonraki bir kaç aylık döneme kadar uzanıyor. Doğal olarak, ilk bölümler daha çok fiziksel tehlike üzerine odaklanırken son bölümlerde siyasi/politik tehlikeleri daha çok konu almaya başlıyor.

Bu şekilde bakarsak, kendi adıma (yazının ilk kısmına istinaden nedenleri malum) ilk bölümlerin çok daha korkutucu ve başarılı bulduğumu eklemem gerekiyor. Geçmiş yıllarda Chernobyl ile ilgili sayısız belgesel, yazılı döküman tüketmiş biri olarak hikayede ne olacağını çok iyi bilmeme rağmen bu, gerilimi ve korku duygusunu kesinlikle azaltmadı. Aksi gibi, o sırada enerji santralinin içindekilere neler olacağını bilmekten kaynaklanan yoğun ve boğucu bir atmosferi sağlamlaştırdı.

Sonrası ve öncesi

Daha ilk bölümün başında, serinin baş rolünü üstlenecek olan Valery Legasov’un 2 yıl sonraki dönemine kısa bir bakış attıkları için seride olabilecek en büyük plot twist atlanmış gibi görünüyor. Fakat Chernobyl’in insanları şaşırtalım “Aaa o ölmüş bu, aaa bu hastalanmış mı, diğeri hayatta mı kalmış?” türünde bir amacı olmadığı zaten çok belli.

Neticede bir nükleer reaktör var ve insan hatasından dolayı patlayıp, korkunç büyüklükte bir alana inanılmaz yoğunlukta radyoaktif materyal salınacak! Ancak bu bir spoiler değil, savaşlar ayrı tutulursa insan eliyle yapılmış en büyük facia ve herkes tarafından zaten biliniyor.

Bu şekilde başlayan dizide, önce fiziksel tehlike katlanarak artıyor. Artık tehlikenin ne olduğu ve doğası iyice anlaşılmaya başlayınca da en baştan bu yana var olan esas tehlike yani komünizm döneminin Demir Perde Rusya’sının siyasi atmosferi ve bürokrasisi devreye giriyor.

En başından bu yana ana hikaye bilim adamı olan Valery Legasov etrafında gelişse de farklı bölümlerde hikayenin farklı katmanlarına temas ediliyor. Kocası radyasyondan hastanede yatan hamile bir kadın, tesiste çalışmak zorunda kalan işçiler, bazı zor görevleri yapmak zorunda kalan askerler, hayvanların imhasında çalışan küçük bir grubun yaşadığı duygusal travmalar, yakınlardaki Pripyat şehrinden göç etmek zorunda kalanların hikayeleri, KGB’nin müdahaleleri ve Rus yetkilileri derken beş bölüm sürse de hikayenin pek çok noktasına temas ediliyor.

Gönüllü dalgıçların sahneleri dizinin hem en dokunaklı hem de en ürkütücü kısımları arasında…

Bu şekilde bakarsanız kurgu ve hikaye anlatımı mükemmel. Sadece Chernobyl’i anlatıyor oluşu değil, anlatım şekli ve işlenişi de kendi başına ayrıca övgüyü hak ediyor. Oyunculuklarda göze batan, sırıtan hemen hiç bir nokta yok. Zaten karakterlerin tamamına yakını (hepsi değil, o konuya da geleceğiz) gerçek kişilerden alıntı. Tipleri bile gerçek hallerine inanılmaz benzerlikler taşıyor. Ayrı ayrı hepsiyle empati yapmamak imkansız.

Tekrarlamak isterim, eğer dizi gerçek bir olayı anlatmıyor olsaydı bile tüm bunlarla yine de çok iyi bir dizi olurdu. O yüzden konudan bağımsız, faciaya ilgi duymayan biriyseniz, korku ya da gerilim türlerinden hoşlanmıyorsanız bile Chernobyl’e yine de bir göz atmalısınız. Zira altındaki kurgu, anlatım, oyunculuklar, karakter gelişimleri ve drama izlemeye değer.

Dizinin Dışındakiler ve Bazı Eleştiriler

Dizinin ilk çıktığı günlerdeki korkunç ilgi geçmeye başladıktan sonra sayısız kaynakta “Chernobyl’de gerçek olmayan şeyler”, “İşte kurgu karaktterler” ya da “Chernobyl’in yanlış anlattığı 12 şey” türü yazılar türemeye başladı.

Söz konusu yazıların 2 farklı kaynağa ait olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birincisi popüler yapımda hata arayıp prim yapmak isteyenler, ikincisi ise Rus güdümlü kaynaklar. Bir komple teorisyeni değilim hatta buna yakın bile değilim. Fakat dizi çıktıktan hemen sonra Rusların “hikaye öyle değildi gerçeğini biz çekeceğiz yalan söyleniyor” şeklinde çıkışları sonrası bu tür haberlerin bir anda artması oldukça manidar.

Gerçek görüntü…

Bu noktada on yıllardır bilinen çok temel iki nokta söyleyip duracağım;

  1. Bu olayın insan hatası olduğu (hem eğitim, hem alınan kararlar, hem de mevcut dönem konjonktürü) zaten biliniyor.
  2. Facia gerçekleştikten sonra Rusya gerçekten de olayı önemsemedi ve ciddiyetini anladığında bile dış Dünya’ya haber vermedi. Ta ki İsveç, radyasyon oranında açıklanamaz artışlar saptayıp bunun Rusya üzerinden gelmiş olabileceği konusunda sıkıştırana kadar.

Bu iki nokta, hikaye içinde karakter motivasyonları, bazı küçük etkileşimler ya da kararlar ile ilgili her tür tartışmayı bana göre kapatır nitelikte. Hata yaptınız, bu hatanın üzerini örtmeye çalıştınız. Bunlardan ötürü sayısız (yüz binlerce) insan öldü. Ve işin daha kötü tarafı, hala da aynı davranış kalıbını sürdürüyorsunuz. Bu bağlamda incelersek Rusya’nın halen düzelmemiş ve aynı şekilde davranıyor olması da çok ayrı bir konu. Diziyi ABD’li bir şirketin çekmiş olması, Rusya’nın suçunu hafifletmiyor. Dahası bu tür davranışlar da gelecekte tekrarlama riskleri olduğunu ortaya koyuyor.

Etkilenen bölgeler ve oranlar

Tabi ki Chernobyl’in, komünizmin yıkılışını hızlandırdığı da bir gerçek. Fakat her şeyde Amerikan parmağı aramak da ABD’nin ekmeğine yağ sürüyor ve güç algısını pekiştiriyor. Santral, rejimin siyasi politikaları, insanları bilgisiz bırakması, eğitim yetersizlikleri ve inşaat ile tasarım esnasında ucuza kaçılması nedeni ile patladı. Ve yine rejimin hataları yüzünden olması gerekenden çok daha büyük bir alanı, daha uzun bir süre zehirledi.

Hepsi bir yana Chernobyl bir belgesel değil, tarihi gerçeklerden ilham alan bir TV dizisi. İçine mutlaka belli oranda kurgu karakterler ve daha dramatize diyaloglar konulması şaşırtıcı değil. Örneğin yüze yakın bilim adamının tek bir kişide yani Ulana Khomyuk üzerinden canlandırılması hikaye açısından bir zorunluluk. Zaten dizi bölümlerinden sonra yönetmen kendisi açıklıyor. Bunlar da açıkçası üzerinde durmaya değer şeyler değil.

Son Söz

Dizide de defalarca belirttikleri gibi Chernobyl’in arz ettiği tehlike halen sona ermiş değil. Reaktörün çekirdeği, altındaki beton ve toprağı hala eritmeye devam ediyor. Reaktörün etrafına yapılan çelik koruma da belli bir süre işe yarayacak. Çekirdeğin radyoaktivitesi on binlerce yıl, topraktaki (yerine göre değişse de) radyoaktivite yüz yıl civarı sürecek.

Yer altı sularına karışma riski halen mevcut, ilerleyen yıllarda çelik kaplama değiştirilmezse havayı belli oranda zehirleme riski de halen mevcut. Kısacası Chernobyl, Dünya’nın üzerindeki tehlikeli bir çıban olmayı sürdürüyor.

Bir şeyler yapmaya çalışan ekip

Bu olaydan çıkarılan dersler neticesinde, nükleer santrallerdeki güvenlik önlemleri arttırılmış olsa da Japonya’daki 2011 deprem ve ardından gelen tsunamiden sonra Fukushima ‘da da benzeri olaylar ortaya çıktı. Her ne kadar Chernobyl’e göre çok daha keskin bir müdahale olsa da tehlikenin yönü ve çeşidi aynıydı.

Nükleer santral kazaları, fantastik ya da bilim kurgudaki göreceğimiz felaketlere en yakın şeyler. Radyoaktivitenin oluşturduğu risk, görülemez oluşu ve ancak bazı özel ekipmanlar ile saptanabiliyor olması da bu korku masalının özünü oluşturuyor. Korkunç uzun süreler devam etme riskleri, bir şekilde insan hatalarına endeksli olmaları da işin diğer yönü. Uzun zaman önce başka bir platformda yazdığım şu makalede Akkuyu Santrali ile olan endişelerimden bahsetmiştim. Chernobyl’i izlerken olayın bu yönlerini de düşünmekte fayda var. Dizi de hiç bir şey değilse bile, bize bu riskleri tekrar hatırlatması açısından büyük bir öneme sahip.

Yorumlar