Childhood’s End – Dizisi Olmasa da Olurmuş
Edebiyatta, istisna bazı kitaplar vardır ve kendi türünün de ötesinde her türe hitap eder. Benim için (ve esasında bu türlere aşina olanların büyük kısmı için) çok belirgin birkaç örnek pek düşünmeden hemen sayılabilir.
Şüphesiz bunların başında, fantastik kurgudan çok daha fazlasına hitap eden Yüzüklerin Efendisi gelir. Stephen King’in “O”sunu da hemen arkasına, korku türünün ötesine geçmiş bir eser olarak yerleştiririm. Bilimkurgu için de fazla düşünmeden Orson Scott Card – Ender’in Oyunu ve Arthur C. Clarke – Childhood’s End (bende Cep Yayınları’nın Son Nesil ismiyle çevirdiği hali mevcut, İthaki Yayınları Çocukluğun Sonu ismiyle yeniden yayınlıyor) gelir.
Childhood’s End, şüphesiz ki anlatımı, yarattığı atmosferi ve iyinin de kötünün de ötesine geçen sonuyla türler üzeri bir kitaptır. Nasıl ki; Yüzüklerin Efendisi’nde mutlu son olmasına rağmen Frodo’nun yaraları iyileşmez ve dostlar birbirlerinden koptuğunda derin bir hüzün duyarsanız, Childhood’s End için de benzer duyguları hissedersiniz.
Ta ki dizisini izleyene kadar.
Bu kadar bahsettikten sonra, yakın dönemde kitabın mini dizisinin çıkacağı haberini alınca havalara uçanlardan biri olmam kimseyi şaşırtmamalı. Yine de beklentileri frenlemeyi bildim, zaten Sy-Fy etiketini görünce çok büyük bir beklentiye girmemiştim. Yanılıyor olabilirim ancak sanırım Sy-Fy, belirli bir kitleye hitap ettiğinden hikayeleri illa ki biraz sulandırıyor.
Childhood’s End’in de bir şekilde sulandırıldığını söylemek yerinde olacaktır. Tam bir insanlık hikayesi olan kitabı ciddi bir şekilde değiştirerek örnek bir beyaz-amerikalı hikayesine dönüştürmeyi başarmışlar. Halbuki kitap boyunca insanlığın hataları yüzümüze vurulurken, kat ettiği yol da çok çekici bir şekilde anlatılıyordu.
Kitapta Birleşmiş Milletler Sekreteri, ilerlemiş bir yaşa sahip ve İskandinav olan Ricky Stormgren dizide küçük bir toprak sahibi, genç bir Amerikalı olarak kurgulanmış. Bu da yetmezmiş gibi Stormgren karakterine ölü eski bir sevgili, kendini kabul ettirmeye çalışan yeni bir sevgili, uzaylılardan bulaşan (nedense) garip bir hastalık eklemişler. Tek başına Stormgren’in geçirdiği bu evrim bile diziyi özetlemeye yetiyor.
Tabi, Stormgren başta olmak üzere diğer karakterleri de 3 bölüm boyunca kullanmak için 50 yıl süren geçiş dönemlerini 10’lu yıllarla kısıtlamışlar. Halbuki kitabın ilk kısmında insanlar tarafından Stormgren ön planda görünürken diğer bölümlerde bu rol başka karakterlere geçiyordu.
Kitabın ana fikirlerinden biri de insanlığın boş inançları, batıllığı ve dinlerin toplumda yarattığı bölünmüşlüğün sona erdirilmesi fikriydi. Dizide bağnaz bir Hristiyan karakter ekleyerek ve her nasılsa bir noktada bu karakteri haklı çıkararak ana fikirden ciddi bir sapma yapmayı becermişler.
Toplumdaki refahın artışı ile suçların bitirilmesi gibi hikayenin diğer temelleri, insanların Dünya’nın tamamında ve okyanus dipleri ile dağların en yüksek noktalarında evler kurmaları gibi ütopik teknolojik gelişmelere ise hiç değinilmemiş.
Canımı sıkan bir diğer konu ise kitabın final kısımlarında önemli bir yer tutan Yeni Atina isimli, sanat ve insanlığın unutmak istemediği diğer kültürel mirasları yaşatma amacındaki adanın, günümüzdeki normal bir metropol şehir gibi işlenmesiydi. Bu düpedüz kolaya kaçmak olduğu gibi, Yeni Atina’nın vermek istediği mesajdan çok ciddi bir şekilde uzaklaşılmış.
Yapılan değişikliklerden tek olumlu karşıladığım normalde 60’lı yıllarda geçen hikayenin 2015 yılına çekilmiş olmasıydı. Açıkçası bu doğal ve itirazım olmayan bir değişiklik. Zira tüm uyarlamalarda özellikle de çizgi roman uyarlamalarında bu tür kozmetik değişiklikleri kabul etmek gerekiyor.
Aşırı bir tutuculukla “Benim favorim olan esere ve türe dokunmayın!” diyecek değilim. Eserlerin yayınlandıkları tarihte normal görünüp, günümüz okuyucusuna çok hafif ya da saçma görünecek yerleri olabilir. Ancak bu değişikliklerin eserin ruhuna zarar vermeden yapılması elzemdir. Maalesef Childhood’s End’de bu yapılamamış.
Dünya’nın en iyi bilimkurgu hikayelerinden biri alınıp, olduğundan çok azına tekabül eden bir şeye dönüştürülmüş ve izleyiciye sunulmuş. Eğer kitabını okumamış olsam, bir de Overlord ırkının tiplerini de görünce “Bu ne lan bokum gibi diziymiş.” deme olasılığım yüksekti. Kitapta ırkın görüntüsü ve insanoğlunun buna tepkileri, sebep/sonuç yerine sonuç/sebep ekseninde ilerleyip tutarlı bir şekilde açıklandığı için dizide bu konu oldukça havada kalıyor.
Söylememe gerek yok, Karellen’in yaptığı nokta tespitler, Overlord ırkının insanoğlu üzerindeki ince psikolojik dokunuşları ve Karellen ile Stormgren arasındaki felsefi konuşmalar dizide hiçbir şekilde yer bulamamış.
Peki hiç mi tavsiye etmiyorsun diyenler olursa açıkça söyleyeyim tavsiye etmiyorum. Bir kere kitabı okumamış birileri öncelikle diziyi izlemiş olurlarsa muhtemelen kitabı okumayacaklardır. Zira dizi hem kitabın sonundaki süprizleri açık edecek, hem de potansiyel okuyucuyu kendisinden soğutacaktır.
Bu yüzden kitabı okumuş olanlar belki de “bir göz atmayı” deneyebilirler. Yine de “Ben bilimkurgu severim, izleyeyim ya ne olacak.” diyorsanız başka dizilere şans vermenizi öneririm. Mini-seri olup sadece 3 bölüm olmasına rağmen vakit kaybından öteye geçmeyebilir. Uyarmadı demeyin…