Da Vinci’s Demons : Leonardo mu Dr. Who mu?
Şu Meşhur Kalkan Meselesi
Dizide Leonardo’nun çocukken bir sipariş üzerine yaptığı kalkana şahit oluyoruz. Bu tamamen gerçek bir olay. Leonardo, henüz çocukken bir sürü kertenkele ve böcek toplayarak bir ejderhayı resmettiği son derece korkutucu bir kalkan yapıyor. Kalkanı karanlık bir odaya asarak babasını içeri çağırıyor, adam çığlık atarak kaçmaya hazırlanacakken Leonardo ortaya çıkarak şöyle diyor; “İşte kalkan dediğin böyle olmalı!” Babasının ağzı açık kalıyor ve kalkanı yüz düka altınına (bugünkü değeri 1500 sterlin diyeyim anlayın) bir tüccara satıyor.
Peki dizide yansıtılış şekli? Ben kesinlikle başarısız buldum, Giger özentisi bir hobi sanatçısı bile daha iyisini yapardı. Belki o çağlar için korkutucu ulunabileceği düşünülmüş, ama madem ergenlerin Leonardo’yu sevimli bulmasını istediniz, bunu korku öğesi kullanımında da yapabilirdiniz diye düşünüyor insan.
Şayet Da Vinci’s Demons’da yaratılan Leonardo, insanların onu yavan ve hiç hak etmediği bir şekilde sadece Mona Lisa ile hatırlamasını engelleyecekse, ben kendi adıma bütün o Dr. Who benzetmelerini ve Assassin’s Creed “esinlenmelerini” sineye çekmeye razıydım. Kaldı ki Goyer güvenimi boşa çıkarmadı ve özellikle ikinci sezonda gizemcilik öğelerini artırıp, Vatikan hiyerarşisinin çürümüşlüğünü cesurca topa tutarak kaliteyi iyice yükseltti.
Şimdi Biraz Okültizm
“Sons of Mithras” ismi, besbelli Mitraizme gönderme. Mitraizm ise, ezoterizme (bireyin belirli sırlara yavaş yavaş ulaşması diyebiliriz) dayanan çok eski bir Roma kültüdür. Eski Roma kökenli bir öğretinin İtalya’da yolunu bulması ve Cosimo de Medici’ye (Medici ailesinin atasıdır kendisi) dayandırılmasını geçtim, Al-Rahim gibi Arap kökenli ilginç karakterler ekleniyor ve işin ucunun zaman yolculuğuna gidebileceği ima ediliyor. Da Vinci’nin babasıyla ilişkisi belirgindir ama annesi kayıtlarda hiç yoktur, işte bu belirsizlik kullanılarak kahramanımız kişisel yolculuğuna çıkarılıyor; amacı annesini ve gizemli Yapraklar Kitabı’nı bulmak.
Mitra isminin bu tip bir senaryoda kullanılması, senaristin kendine yapabileceği en büyük iyilik olabilir, çünkü ucu çok açıktır; Mitraizmin kökeni hep tartışmalı bir konu olmuştur. Bu da, kültün olası çıkış noktaları düşünülürse konuyu isterse Eski Mısır’a, ya da Güney Afrika’ya, hatta Hindistan’a dahi çekebileceği anlamına geliyor. Nitekim Leonardo’nun keşfettiği harita uzun süre “Acaba Güney Amerika mı, yoksa Afrika mı?” diye tartışıldı, ben Afrika tarafındayım. Daha doğrusu, öyle ummak istiyorum.
Üstelik zamanlama manidar; çünkü o yıllarda Avrupa’lı kaşiflerin hem Güney Amerika, hem de Afrika’ya gittikleri bilinen bir şey. Ayrıca, harita bence Leonardo’nun bir öyküsüne gönderme de olabilir (evet öykü de yazıyordu); hikayenin kahramanı Mısır Sultanı’ndan aldığı bir görevle denize açılıyor ve tehlikeli bir deniz yolculuğu ile doğuya gidiyordu. Başka bir ilginçlik, Amerigo Vespucci ile Leonardo’nun aynı dönemlerde yaşamış olması ve 1485’ten itibaren, geç otuzlu yaşlarına tekabül eden bir kaç yılın hiçbir kaydının gerçekten bulunmaması. Bu o yıllarda Milano’da çıkan salgın hastalıklara ve zor dönemlere bağlansa da, Leonardo gibi biri söz konusu olunca hayal gücünüz çalışmak istiyor. Tabii Macchu Picchu’ya gittiğinden şüpheliyim, ama bence senaryo özellikle ikinci sezonda muazzam ve Tom Riley uzattığı saçlarıyla genç bir Leonardo’ya çok daha fazla benziyor.
Okültik öğeler bununla da kalmıyor, işin içinde Vatikan olunca çok daha derinleşiyor ve Akaşik (evrende hiçbir şeyin yok olmadığına, her şeyin kaydedildiğine dair bir terim) ve Kabalistik (yine ezoterik Yahudi gizemciliği) göndermeler de içeriyor. Bu arada Leonardo sık sık “eski din” ile özdeşleştirilen biridir. Bir çok kaynakta “tanrıça dinlerine” sadık olduğu konusunda imalar vardır. Ben öyle düşünmüyorum. Bence onun tek dini, bilimdi. Ancak sürekli bir dişi figürü araması buna ithafen yazılmış gibi sanki. Leonardo, Mona Lisa’sını arıyor adeta. Hafif Da Vinci’s Code çağrışımları mevcut.
Bu bölümde yazdıklarımın çoğu ikinci sezona ait, o yüzden kesiyorum. İkinci sezonla ilgili söylemek istediğim bir şey daha; çok güzel Türkçe konuşuyorlar! Bu arada madem okült hem Türk dedik belirtmeden geçemeyeceğim, bu tür diziler Vlad Tepeş figürünü kullanıldıklarında genellikle göz deviririm ama Da Vinci’s Demons’un Vlad Tepeş’i (Paul Rhys) çok güzel yorumlanmış.
Biraz da Gerçekler
Peki, işin aslı ne? Leonardo cidden Lorenzo’yla bu kadar yakın mıydı? Bu sorunun cevabı hayır. Bilakis, Lorenzo Leonardo’yu pek adamdan saymamıştı. Leonardo, Verrocchio’nun bottega‘sında eğitim görürken (İtalyan sanatçılar bir çok çırakla birlikte çalıştıkları atölyelerine bu adı verirlerdi), eğitim aşamalarını çok genç yaşta tamamlamış biri olarak Lorenzo’ya tavsiye edilmişti kuşkusuz, ve Lorenzo de Medici kesinlikle sanatçı dostu bir liderdi. Floransa’yı Rönesans kültürünün meşalesi yapmaya kararlıydı ve şehrinin sanatçılarını sık sık referans yazarak Milano, Napoli gibi diğer şehir devletlerine gönderip, orada sipariş almalarını sağlıyordu. Ancak Leonardo’yu hiçbir yere göndermemiştir, bilindiği kadarıyla onu dikkati dağınık buluyordu ve güvenmiyordu.
Bunun bir nedeni, Leonardo’nun gerçekten de küstah ve soyluların kurallarıyla alay etmeye çekinmeyen biri olmasıydı. Lorenzo hem sevilen bir lider, hem örnek bir öğrenci hem de entelektüelliğe çok önem veren biriydi, Leonardo ise taşradan gelmişti ama erken yaşta başardığı işler nedeniyle sarsılmaz bir öz güvene sahipti. Yani bugünün jargonuyla bakarsak Lorenzo saygı gören entelektüel kapitalist holding patronu, Leonardo ise toplumun kurallarından hoşlanmayan, onların koyduğu zaman sınırlarına uymak istemeyen, keyfine göre yaşamayı tercih eden, bilim ve akıl yoluyla yaşamayı tercih eden bir geek’ti. Yakışıklı olduğu da doğru, ancak Tom Riley gibi erkeksi değil, daha çok “bebek yüzlü, güzel erkek” denebilecek bir fiziği vardı.
Leonardo’nun bilinen en üretken ve parlak dönemi Milano’da Sforzalar için çalışmasıyla başladı.Yani dizide Medici ailesi için yapılan icatların çoğu aslında Sforzalar için yapılmıştır. Milano’nun, o dönemde Floransa’yla pek kıyaslanacak büyüklükte olmadığını da göz önüne almak gerek. İlerleyen yaşlarında Borgia’lar için de çalışmıştır.
Eşcinsellik
Şimdi, o dönemde eşcinsellik, özellikle de sanatçıların bottega’larında çok sık rastlanan ve son derece normal görülen bir şeydi ve insan doğasının eğilimli olduğu pek çok olgu gibi kanuna aykırıydı. Yani nüfusun belki yarısı eşcinseldi, ama eşcinsellikten yargılanıp idama mahkum edilebiliyordunuz. İşte Leonardo da rakipleri tarafından bu tip bir komploya kurban edilmiş ve idam cezasıyla yargılanmıştır; dizideki Saltarello davası gerçektir. Tek farkı, genç Leonardo’nun dizide bir, gerçek hayatta dört kişiyle ilişkiye girmekle suçlanmış olmasıdır. Kıskançlığın özel hayata saldırıyla sonuçlanması ne yazık ki günümüzde de değişmemiş bir davranış kalıbıdır. Ancak gerçek hayatta, bu dava Leonardo’nun üzerinde ömrü boyunca taşıyacağı bazı izler bırakmıştır; paranoya, insanlara karşı güvensizlik ve derin bir utanç. Utanç zannederim ki zaten yaranamadığı babasını toplum içinde daha da küçük düşürdüğüne inanması yüzündendi. Floransa’dan ayrılarak Milano’ya gitmesinde kuşkusuz bu davanın da etkisi büyüktür.
Goyer, dizide eşcinsellik faktörünü cesurca kullanmış. Sırf bu bile, Da Vinci’s Demons’u takdir etmemize yeter diye düşünüyorum. Bu arada Leonardo’yla yaşıt ve hasım olarak gösterilen Botticelli (en bilinen eseri Venüs’ün Doğuşu’dur), aslen ondan çok daha büyük ve son derece uysal mizaçlı biridir, hatta Leonardo bir günlüğünde “Kafası çok çalışmasa bile seviyorum,” minvalinde şeyler yazmıştır. Leonardo’yla asıl hoşlaşmayan en gerçek hasmı, yine bir eşcinsel olan Michelangelo’dur. Birbirlerini sevmemelerine rağmen sanırım kadın cinsini hiç sevmemek konusunda anlaşıyorlardı. İkisi de insan ırkının ürememesi taraftarıydı. Bir gün “Ninja Kaplumbağa” olarak tanınacaklarını düşünürsek, sanırım haklıydılar.
Peki Ya Annesi?
Eh, şimdi sıkı durun. Leonardo, 1490’lı yıllarda vergi bildiriminde “Caterina” diye bi kadına olan maddi yükümlülüğünden söz ediyor. Bu kadının kaydı, Leonardo’nun gençliğinde hiç yok. Nereden çıktığı da bugün bile açıklığa kavuşmamış. Bu kadının 1495’te öldüğü ve hayatının son bir kaç yılını oğlunun yanında geçirmek istemiş annesi olduğuna inanılıyor. Dizide ise Caterina’nın gizemli yolculuğu hala açıklığa kavuşmamış vaziyette. Mona Lisa’nın aslında annesinin resmi olduğuna dair hayran teorileri de mevcut.
Peki ben bu kadar şeyi neden yazdım? Çok uzun zamandır beklediğimiz Da Vinci’s Demons, yarın itibariyle 3. sezonuna başlıyor da ondan. Maalesef bu aynı zamanda son sezon. Constantine’nin akibetini düşününce “Buna da şükür!” demek lazım. Özellikle Yapraklar Kitabı’nın ne olduğu konusunda tamamen aydınlanacağımızı umduğum sezonun sonunda genel bir değerlendirme daha yazacağım. O zamana kadar, bilgiyle kalın.