Kitabı Okumuş Birinin Gözünden Amerikan Tanrıları 1
1. Bölüm: The Bone Orchard
Açılış : Deli mi Öpmüş Bu Vikingleri?
Bir grup Viking, M.S. 813’te (tarihi aklınızda tutun, önemli) Amerika’ya geliyorlar. Sen misin kadınından, peydahladığın çocuğun zırıltısından kaçmak için kendini denize atan? Aç kalıyorlar, rüzgarsız da kaldıkları için başka bir yere gidemiyorlar, bu bilinmeyen kıtanın yerlileri içlerinden bazılarını kevgire çeviriyor (burada da mecaz yok, malum sahnenin gif’leri dolaşıyor zaten). Bakıyorlar iş fena, dünyanın insan kadar eski çözümüne sığınarak tanrılarına dua ediyorlar. Dua ettikleri, bildikleri tanrıların en büyüğü olan Odin’e seslerini duyurabilmek için hepsi sağ gözlerine bıçak saplıyorlar: çünkü Odin de zamanında bilgelik için bir gözünü vermiş. Peki yetiyor mu? Hayır. “Tanrılar kurban istiyor,” diye içlerinden birini yakıyorlar, yine tın yok. Bakıyorlar olacak gibi değil, Odin’in bir savaş tanrısı olduğunu hatırlıyorlar ve ortam birden Viking teması giydirilmiş Spartacus’e bağlıyor, özleyenler hasret gidermiştir. Ne de olsa yayınlayan kanal Starz; uçan kol, bacak, gövdeyi götüren kan göstermeleri lazım. Sonunda hayatta kalabilenler ülkelerine geri dönüyorlar, ama Odin? Hayır, o orada kalıyor ve inananlarının yeniden bu kıtaya ayak basacağı günü bekliyor.
Kolomb öncesi dönemde, eski halkların Amerika’ya ayak bastığına dair pek çok teori vardır. Sadece iki tanesi bilimsel olarak ispatlanmıştır: Grönland ve Kanada’daki Newfoundland’de bulunan, 1003 civarından kalma Viking yerleşimleri. Vikingler Kuzey Amerika’ya Vinland, yani “Çayırlık Yer” demişler ve bu Kolomb’dan ortalama 500 yıl öncesine tekabül ediyor. Bugün Kuzey Amerika’ya ilk ayak basan Avrupalı, “Şanslı” Leif Ericson olarak kabul edilse de, işin evveliyatı olduğu açık. Çünkü Leif’in babası Kızıl Erik, Grönland’a 980’lerde çıkmış ve denize açılmasının nedeni, İzlandalı balıkçıların söz ettiği bilinmeyen adalarmış.
Kitapta Nasıl?
Gaiman, Amerikan Tanrıları’nda bu teorileri fazlasıyla destekliyor, Vikingler’in kıtaya ilk ayak basışını 180 yıl kadar geriye çekmesinden başka, diğer karakterlerin ağzından “Yeterince yiyeceğin ve tatlı suyun varsa diğer kıtaya gitmek sorun değildi, tek sorun yolun çok uzun olmasıydı,” gibi cümleler duyuyoruz. Ancak Vikingler’in Amerika’ya ilk gelişi kitapta oldukça farklı anlatılıyor. Can alıcı dört farklılık var: Birincisi, Vikingler “Odin çok uzakta kaldı,” diye korkuyorlar, evet ama bir tane inançlı “Hayır, Dünyayı Her Şeyin Babası yaptı ve bu uzak diyarda bile erkek gibi ölürsek, onun konağına alınırız!” diyor. Yani Odin ve diğerlerini Amerika’ya yakılan bir kurban değil, güçlü, şüphe tanımayan inanç getiriyor. İkincisi, sadece Odin değil, Thor ve Tyr de geliyor. Üçüncüsü ve bence en önemlisi, yerliler saldırmıyor. Tanıştıkları ilk yerliye yiyecek ve içki veriyorlar, adamcağız sızınca da dişbudak ağacına asarak Odin’e kurban ediyorlar. Tabii bu hareketin karşılığında yerliler bir gece bunların kampını basıp hepsini öldürüyor, yani dördüncü fark hiçbiri kurtulamıyor.
Farklılıkları yazmamın nedeni, kesinlikle “Bu olmamış,” demek değil, çarpılırım. Bu yan hikaye, çok başarılı bir foreshadowing haline getirilerek açılışa konmuş. Üzüldüğüm tek şey, ilk yerlilerin saldırması oldu. Bu kadar sözünü sakınmayan bir yapımda, yabancı kıtalarda ilk “beyaz adam”ın saldırdığını vurgulamalarını isterdim. Bunu ikinci bölümün açılışıyla affettiriyorlar, ama oraya daha yolumuz var.
Peki Kim Bu Odin?
Odin’e kuzey tanrılarının Zeus’u diyebiliriz. Çok da sığ bir tanım olur, çünkü Norse tanrıları simgeledikleri kavramlar açısından Yunan veya Roma’ya benzemezler, yapıları çok daha karmaşıktır. Odin iyileştirici güçleri olan bir tanrıdır, ama ölümü, darağacını, cinneti ve savaşı temsil eder. Aynı zamanda soyluluk, bilgi, büyücülük, tılsımlı rünler ve şiir de onun alanına girer. Nasıl, karıştı mı kafalar? Karşımızda tanrıların Leonardo da Vinci’si duruyormuş gibi, değil mi? Hayatta kalabilmek için pek çok beceriye sahip olmanız gereken o çağlarda, o kadar zorlu bir coğrafyada bilgi sahibi, yazı yazabilen, bir kaç dil bilen çok yönlü kişilere duyulan büyük saygıyla korkunun inançlara yansımış olması şaşırtıcı değil. Kuzeye çıktıkça tanrılar kişilik ve kudret olarak çok yönlü, görünüş itibariyle daha insani hale gelir; Gal inançlarındaki Tuatha de Danann da böyledir.
Bakın, insan formu demedim. İnsani dedim. Odin, saçı sakalına karışmış, geniş şapka ve pelerin giyen hırpani bir gezgin olarak tasvir edilir ve bu görünümü, Noel Baba’dan tutun Gandalf’a, hatta Dragonlance’deki Fizban’a kadar pek çok efsane ve roman kahramanına ilham olmuştur. Saçlı sakallı büyücü figürünün atası, sanılanın aksine Kral Arthur’un Merlin’i değildir. Merlin daha farklı bir kültüre aitti, görünümü de öyle, ama onun da ana akıma yansımasında Odin’in etkisi inkar edilemez. Bu kadar büyük ve zengin kültüre sahip bir tanrıyı tek paragrafta anlatmaya çalışmak yersiz olduğu için, dizide değinildiği sırayla yazacağım.
Şimdi, gelelim Shadow’a.