Manhunter’dan Hannibal’a Red Dragon Karşılaştırması
Hannibal Lecter denince aklınıza “The Silence of the Lambs” geliyor olabilir. Ancak gelmiş geçmiş en başarılı kötü adamlardan biri olan Hannibal’ın hikayesi çok daha önceye dayanıyor. Serinin ilk kitabı olan “Red Dragon”, Thomas Harris tarafından 1981 yılında yayımlandı. Günümüze kadar üç farklı şekilde yorumlanan bu hikaye, FBI stajyeri Clarice Starling’le yaptığı işbirliğiyle tanıdığımız Hannibal Lecter’ın, ilk göz ağrısı FBI profilcisi Will Graham ile olan ilişkisini esas alıyor. “Red Dragon” ilk olarak Michael Mann’in “Manhunter”ında, daha sonra Brett Ratner’ın “Red Dragon”unda ve son olarak Bryan Fuller’ın “Hannibal”ında ekranlara taşındı. Yazıda bu üç versiyonun incelikli bir karşılaştırmasını yapacağız.
DİKKAT! Bu yazı “Manhunter”, “Red Dragon” filmlerini ve “Hannibal” dizisinin son sezonunu izlemiş olanlar için yazılmıştır. Bol miktarda SPOILER içermektedir.
“Red Dragon” ne hakkında?
“Diş Perisi” lakaplı bir seri katil, rastgele görünen iki aileyi dolunay zamanlarında katletmiştir. İkinci cinayetin ardından FBI ajanı Jack Crawford, üç sene öncesinde ünlü seri katil Hannibal Lecter’ı yakalamayı başarmış olan FBI’ın en yetenekli profilcisi Will Graham’den yardım ister. Hannibal’ı yakalarken ölümden dönen ve akabinde emekli olan Will gönülsüz bir şekilde olsa da Jack’in bu teklifini kabul eder.
Temelde işi, cinayet mahallerini ziyaret edip kanıtlara göz gezdirmek olan Will, birkaç günde dava adına fark yaratacak muazzam çıkarımlarda bulunsa da, “Diş Perisi”ni yakalamaya yaklaşamaz. Bir sonraki dolunayın gittikçe yaklaşmasının getirdiği baskıyla Will, Hannibal’dan yardım almaya karar verir ve olaylar gelişir.
Beklentiler Üzer İnsanı
“Manhunter”ı yöneten ve filmin senaryosunu da kendi yazan Michael Mann’in, hikayeye olan bakış açısını yansıtmada, “Red Dragon”un yönetmeni Brett Ratner’a oranla daha özgür olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumun en büyük nedeni, 1991 senesinde “En İyi Film”, “En İyi Yönetmen”, “En İyi Kadın Oyuncu”, “En İyi Erkek Oyuncu” ve “En İyi Senaryo” dallarında toplam beş Oscar ödülü alan “Silence of the Lambs”in ezici başarısının Ratner’ın elini kolunu bağlamış olmasıdır. 25 yıldır süregelen “Hannibal” efsanesinin yarattığı heyecan ve büyük beklenti Ratner’ın omuzlarına kaldırması zor bir ağırlık yükledi. Diğer yandan yepyeni bir Hannibal ile yola çıkan Bryan Fuller, Ratner’a göre çok daha şanslıydı. Hannibal Lecter rolünde Mads Mikkelsen gibi oldukça başarılı bir oyuncunun seçilmesi Anthony Hopkins’e sadık olan Hannibal severlerin bile merakını cezbetti. Mikkelsen’in yanı sıra Will Graham rolünde Hugh Dancy, Jack Crawford rolünde ise Laurence Fishburne’ün oynaması da dizi adına başarılı tercihlerdi. Ayrıca tüm hikayenin diziye uyarlanmış olması da konuda bütünlük, karakterizasyon ve tutarlılık açısından Fuller’ın elini kuvvetlendiren birer etken oldu.
Hasta /Doktor – Dost/Düşman
Üç yapımda Hannibal Lecter ile Will Graham’in ilişki dinamikleri de oldukça farklı. “Manhunter”da Will’in, Hannibal ile karşılaştığında ürkek bir oğlan çocuğuna dönüşmesini saymazsak, ikili arasındaki işbirliğinin oldukça profesyonel tutulduğunu görürüz. Diğer yandan “Red Dragon”da bu ilişki bir adım öteye götürülmüştür. Will’in Hannibal’ı yakalama sahnesinin filmin başında gösterilmesiyle ikili arasındaki bağın, yaptıkları işbirlikleri ve Will’in Hannibal’a olan profesyonel hayranlığını göstermesiyle birlikte daha katmanlı bir hale gelmiştir. Tabi bu karar sadece ikili arasındaki dinamikleri göstermesi açısından değil, “Kuzuların Sessizliği” ve ardından “Hannibal”ın getirdiği başarıdaki şüphesiz en büyük pay sahibi olan Anthony Hopkins’in popülaritesinden ve izleyici üzerindeki etkisinden faydalanmak istemelerinden de kaynaklanıyor olabilir. Zira “Manhunter”da üç sahne ve yaklaşık dokuz dakika olan Hannibal’ın görülme süresi, “Red Dragon”da dokuz sahne ve neredeyse yirmibeş dakikaya kadar çıkarılmıştır. Yalnız, Hannibal Lecter ve Will Graham arasındaki bağ, şüphesiz ki Bryan Fuller’ın “Hannibal”ında çok daha karmaşık ve giriftli bir yapıdadır. Üç sezon süren dizinin ancak üçüncü sezonunun son altı bölümünü “Red Dragon” öyküsüne ayran Fuller’ın, Hannibal ile Will arasındaki dostluğu/düşmanlığı işlemek için oldukça çok zamanı oldu. Hatta Fuller bu durumu daha da ileri götürerek hikayeyi değiştirdi ve Hannibal ile Will’in meslektaş/hasta-doktor ilişkisini bambaşka bir boyuta taşıdı.
İki karakter arasındaki dinamikler bu denli farklı olmasına rağmen Will ve Hannibal’ın üç yıl aradan sonraki ilk karşılaşmaları üç eserde de şaşırtıcı derecede benzer. Belli ki hiçbir senarist, Thomas Harris tarafından incelikle yazılmış olan bu sahneyi gözardı edememiş. Hatta bu benzerlik video kurgucusu Matthew Morettini ‘nin de dikkatini çekmiş olacak ki, bu üç sahneyi bir araya getiren bir video hazırlamış. Bu sayede üç yönetmenin tarzlarını, kamera açılarını ve hatta oyuncuların performanslarını eş zamanlı olarak karşılaştırma imkanı bulduk. Morettini’nin hazırladığı videoyu aşağıda izleyebilirsiniz.
“Büyük Kızıl Ejder”
Hikayede, çocukken büyükannesi ve sonrasında üvey ailesi tarafından sürekli istismar edilen bir karakter olan “Diş Perisi” lakaplı seri katil Francis Dollarhyde, “Manhunter”da Tom Noonan, “Red Dragon”da Ralph Fiennes, “Hannibal”da ise Richard Armitage tarafından canlandırıldı. “Manhunter”daki Francis karakteri oldukça donuk ve ürpertici iken, “Red Dragon”da geçmişi ve yaşadığı travmalar daha çok vurgulanarak karakter empatik hale getirilmiş. Dizide ise Richard Armitage’ın canlandırdığı Francis’in daha çok kızıl ejder ile olan ilişkisine ağırlık verilmiş. Görsel açıdan kuvvetli sahnelerle desteklenen bu durum, Francis’in geçmişinden ziyade dönüşüm sürecine tanık etmemizi sağlamış. Her üç oyuncunun da iyi iş çıkardığını rahatlıkla söyleyebiliriz.