Sherlock: The Abominable Bride – Okuyanla Okumayan Bir Olur mu?
“Çünkü seni öldüren şey düşüş değildir, Sherlock. Onca insan içinde özellikle sen bilmelisin ki, seni öldüren şey düşüş değildir, asla da olmamıştır. Seni asıl öldüren şey iniştir!”
Sanırım dizi çıktığından beri herkesin kafasında olan bir soruydu bu; acaba Benedict Cumberbatch ve Martin Freeman işin özüne dönüp 19. yüzyıl İngiltere’sinde geçen klasik bir dedektiflik hikayesinde nasıl dururlardı? Hepimiz şahane olacaklarını biliyorduk, ama bir gün görebilecek miydik? 2015, eski karakterlerin yıllardır özlenen yeni bakış açılarıyla bizlere yeniden sunulduğu bir yıl oldu ve Ekim başlarında duyduk ki, 2016’nın ilk günü de bundan geri kalmayacaktı; Steven Moffat ve Mark Gatiss Christmas Special adı altında bize alternatif bir evrende geçen eski usül bir Sherlock Holmes hikayesi yapacaklardı.
Sherlock ve Watson, dizinin ilk bölümüne paralel giden bir şekilde tanışacak (ki bu tanışma, Sherlock Holmes’ün yayınlanmış ilk romanı olan A Study in Scarlet‘e sayısız gönderme içeriyor) ve 19. yüzyılda mezarında yatacağına kalkıp cinayetler işleyen bir gelinin esrarını çözmeye çalışacaklardı. En azından öyle düşünüyorduk. Tabii Moffat-Gatiss ikilisi sürprizlerini koymayı ihmal etmemişlerdi. Yalnız bu sürprizler, nedense yeni bölümün çıkacağını duydukları an bir kurban kesmedikleri kalan hayran kitlesini kızdırdı. Bilmem okudunuz mu, ama yabancı siteler çoğunlukla ateş püskürüyor, ancak bunları yazanların Sherlock Holmes’ün 56 hikayesinden birini bile okuduğundan emin değilim! Bu nedenle, bu yazıyı The Abominable Bride’ı yerin dibine batıranlara cevaben madde madde düzenledim. Evet, sizi kınıyorum ve size laflar hazırladım…
Ama önce kendi fikrimi söyleyeyim; çok bekledik, ama değdi. Çoğu kişi 4. sezon 2017’de geleceği için hala kızgın tabii (Şahsen Benedict Cumberbatch’i Dr. Strange kostümüyle gördüğümden beri bu gecikmeyi pek önemsemeyenler grubuna dahilim). Abominable Bride o kadar çok keyifle tekrar tekrar izlenecek noktaya ve inceliklere sahip ki, rahatlıkla 3-4 bölüm yerine geçer. Özetle, Sherlock da, şahane yan karakterleri de gümbür gümbür geri döndüler ve bize bir sürü mesajları var.
İlerisi, eser miktarda SPOILER! içeriyor. İzlemeyen okumasın lütfen, okursa da küfretmesin. Tabii ki dizinin tamamını özet geçmeyeceğim, tespitler üzerinden gideceğim.
Öncelikle, The Abominable Bride yani Emilia Ricoletti’nin adı, Doyle’un The Adventure of the Musgrave Ritual hikayesinde eski bir dava anıldığında karşımıza çıkıyor. Sherlock Holmes hikayelerinde “abominable” yani “iğrenç” şeklinde tanımlanmış ve sonra es geçilmiş, sadece atmosfere katkı için kullanılmış bir kadın adı olması ilerleyen dakikalarda çok anlamlı hale gelecek.
Emilia Ricoletti, gelinlik giymiş bir şekilde evinin balkonundan sokaktaki insanların üzerine ateş açıyor, sonra da silahı çenesine dayayarak kendini vuruyor. Morga götürüldükten kısa bir süre sonra, randevu evinden çıkan kocasının önünde bir araba duruyor ve içinden bir gelin iniyor. Yüzünü açıyor ki, Emilia’nın ta kendisi. Adamı oracıkta öldürüyor, hem de çifteyle. Sonra, gelin tarafından işlenen başka cinayetler duyuluyor. Bayan Carmichael adında bir kadın da, kocasının da gelin tarafından öldürüleceği korkusuyla Sherlock Holmes’e başvuruyor.
Bu, hikayenin ilk katmanı. Moffat ve Gatiss çok eğlenceli bir gönderme yapma fırsatını da kaçırmıyorlar;
It’s Never Twins!
Watson, ölü bir kadının aynı anda iki yerde birden olmasının imkansızlığından bahsediyor ve soruyor; “Acaba ikizi mi var?” Sherlock, bezgin bir şekilde cevaplıyor, “Asla ikiz olmaz, Watson!” Cevabınızı aldınız mı sayın kitle? Şöyle ki, dizinin hayranları arasında Moriarty’nin bir ikizi olduğu çok popüler bir teoriydi. Teorinin kaynağı ise, Sherlock Holmes and the Case of the Silk Stocking adlı 2004 yapımı filmdi. Senaryosunun Doyle ile hiçbir ilgisi yoktu, Alan Cubitt yazmıştı.
Bu konuda yorum yapmayacağım, yeterince güzel dalga geçmişler. Bugüne kadar ikiz kullanımının işe yaradığını gördüğüm tek senaryo The Prestige. Ona laf yok.
“Çok Kolay Çözdük ki Biz Bunu!”
İnsanlar katil zanlısını, daha doğrusu zanlılarının kim olduğunu çok çabuk anlamışlar. Çok zekisiniz, sizi içtenlikle tebrik ederim. Ancak, Abominable Bride’da hikayenin amacı cinayeti çözmek değil, cinayetler sadece araç. Bu nedenle kolay çözülmesinde hiçbir sakınca yok. Bu strüktür Sherlock Holmes’ün genel hikayelerine benzemediği için insanları şaşırttı. Bence bu tür ezber bozan kurgulara daha çok ihtiyacımız var.
Aslında ezber de bozmuyor, bozuyormuş gibi görünüyor. Aralara hayli açıklayıcı diyaloglar serpiştirilmiş zaten, “Sahne hazır. Başlayalım!”, ya da “Daha derine inmem gerekiyor”, ya da en belirgin olanı “Ama nasıl hayatta kaldı?” gibi.
Moffat ve Gatiss gibi adamların yaptığı bir diziyi izliyorsanız, bir durup düşünmelisiniz. Genellikle usta yazarların amacı bir gizemi tamamen saklamak olmaz, ekmek kırıntıları bırakır ve seyircinin kırıntıları takip etme zamanını öngörür; eğer dizinin ilk yarım saati içinde bir şeyi çözerseniz, yüksek ihtimalle çözmeniz için tasarlanmıştır. Kendinizi başarılı hissetmeniz istenmiştir.
Başka türlü niye adam oraya içi dolu bir iğne koyup açık açık göstersin? Neden daha en başından Sherlock’un büyüyüp küçülen gözbebeklerini görelim? Önemli olan şey katili bulmak değil, yolculuk… Ama nerede, ne zaman? İşte belirsiz olan ve ucu açık bırakılan şey bu. Abominable Bride bize beyin jimnastiğini cinayet çözmekle değil, yüksek dozda kimyasal almış bir zihnin çalışma şeklini takip ettirerek yaptırıyor.