Tales from the Loop – Pilot Kalemle Ateizmi Çökerten Gençler
Hikaye içeriğinin ve içinde geçtiği dünyanın birbiriyle örtüşmesini savunurum her zaman. (Tabii ki tam bir zıtlık da kullanılabilir, ama kaçınılmaz olarak hikaye komediye doğru yol alır). Bu tutarsızlıkların neden yapıldığını ve neyle sonuçlandığına değineceğim biraz.
Bilimkurgu dizilerinin son yıllarda biraz daha fazla üretildiğini söyleyebiliriz. Aslında genel olarak bilimkurgu dizileri fantastik dizilerden daha fazla popüler olmuştur televizyonlarda. Bilimkurgu sosuyla farklı konuları işleyen dizilere oldukça aşinayız. Aksiyon içeren Dark Matter, Killjoys (ve bilimum DC, Marvel kahramanlarının olduğu diziler), ya da sosyolojik ve politik çıkarımlar yapmaya yönelmiş Humans, Black Mirror gibi dizilere de alıştık artık.
Yakın tarihte öyle bir durum oluştu ki, bunu yazmadan edemedim. Aslında bu ekolün en eskisi Star Wars diyebiliriz. Uzay savaşları içerisinde Kral Arthur ve seçilmiş kişi klişelerinin etrafında gezinen bir seri olarak başlamıştı. Yine bir çok açıdan aksiyon odaklı bilimkurgu kapsamına girdiğinden çok göze batan bir zorlaması yok Star Wars’ın.
Bilimkurgu mu Büyü mü?
Arthur C. Clarke’ın üç kuralından alıntılayalım:
“Yeterince gelişmiş herhangi bir teknoloji sihirden ayırt edilemez.”
Burada değineceğim asıl konu bu aslında. Devs ve Tales from the Loop bilimkurguyu öyle bir kullanıyor ki, aslında bilim yerine büyü görüyoruz. Bir noktaya kadar bunu kabullenebilirim, teleport cihazını kullanan insanın onun nasıl çalıştığı konusunda bir fikri olmayabilir, hikaye içerisinde bize açıklanmasına da gerek yoktur. Ama buradaki bilimkurgu öğeler büyülü birer nesne olarak giriyorlar hikayeye. Tales from Loop’ta her bölüm yeni bir “büyülü eşya” bulunuyor. Kullanılıyor, pişman olunuyor, durum düzeltilmeye çalışılıyor vs. Yani burada bulunan eşyanın bilimkurgu olmasının aslında hiç bir önemi yok. Anlatmak istediği tamamen başka şeyler. “Dram” hikayesi yazmak istemişler ama bunu yarım yamalak bilimkurgu konseptine oturtunca ister istemez alt metinde “Bilimle çok uğraşmayın kafayı yersiniz!” benzeri ortaçağdan kalma kıssadan hisse hikayelerine dönüşmüş seri.
Devs’in durumu daha da fena. “Seçimler ve özgür irade var mıdır?” diye kendi kendine manasız bir tartışmaya giriyor, en sonunda kendi sorusuna kendi cevap veriyor. Tabii bunu yaparken bütün bilimi dışlayan bir yolu seçiyor.
Star Trek: Discovery‘de aslında benzer bir yönelimle ilerliyor. Tahammül edip seyretmeye devam edemedim o yüzden onun hakkında çok ayrıntılı yazamayacağım. Biraz daha eskiye gidersek, Lost, Leftovers (işin özü Damon Lindelof’un elinin değdiği her şey) gibi “bilimkurgu”yu “bilimsel mambo jambo” olarak kullanan dizi ve filmleri de bu listeye katabiliriz.
Burada bir noktayı da belirtmek lazım bu diziler ve filmlerde tasarımlar, mekanlar, çekimler, müzik üst düzeyde. Dolayısıyla kendisini seyrettiriyor. Yani ne yaptıklarını biliyorlar ama niye yaptıklarını bilmiyorlar gibi bir durum var ortada.
Tahmin yürütmek gerekirse bilimkurgu’nun popülerliğinden yararlanılması gibi bir durum var. Yani bir hobbit ve bir elf bir yüzük bulup ruhlarını değiştirse kimsenin ilgisini çekmeyecek bir dizi olacakken 1980’lerdeki iki ergen bilimkurgusal bir nesne bulup ruhları yer değiştirince daha fazla izleyiciye ulaşma şansı oluyor demek ki.
https://www.youtube.com/watch?v=XaABhHKus1s
Lakin anlatmak istediğiniz konu oturttuğunuz dünyayla taban tabana zıt olunca biz de kendimizi kandırılmış hissettiğimiz için yüzümüzde buruk bir gülümsemeyle seyrediyoruz anlattıklarınızı.