The Mandalorian – Star Wars’ın Yükselişi
İyisiyle kötüsüyle bir Star Wars yılı geçirdik. Uzun zamandır beklenen, Skywalker Saga’ya nokta koyacak olan The Rise of Skywalker, ilk live-action Star Wars dizisi The Mandalorian ve hikaye odaklı Star Wars oyunu açlığımızı gidermesini umduğumuz Jedi: Fallen Order 2019’un sonlarına doğru bizlerle buluştu. Başta iyisiyle dediğim kısım The Mandalorian ve Jedi: Fallen Order olurken, kötüsüyle dediğim kısım da The Rise of Skywalker oluyordu. Star Wars hayatında önemli yer tutan biri olarak, üzülerek söylüyorum ki benim için sequel filmler elimde bulunan tonlarca sebepten dolayı vasattı. The Rise of Skywalker da gözümde diğer iki filmle aynı kaderi paylaştı.
Disney attığı üç kurşunun ikisini isabet ettirdi. Jedi: Fallen Order oyun olarak bazı küçük sıkıntıları olsa da Star Wars hayranlarını memnun etti. The Mandalorian ise sadece hayranları memnun etmekle kalmayıp, içindeki küçük ve sevimli sürpriziyle de popüler kültüre bir balyoz gibi indi.
Bu sıkıntılı günlerde eve kapanmışken ilk sezonu bir kez daha izlemek istedim ve bir oturuşta bitirdim. Tekrar izleyişimde bile o yeni filmlerin yorgunluğunu üzerimden alıp Star Wars ateşimi körüklemeyi başardı. Hazır evdeyken ve yeni sezonu bekliyorken ilk sezonun üstünden geçelim istedim.
Beklediğimize Değdi mi?
The Mandalorian’ı ilk duyurulduğu andan itibaren heyecanla beklemeye başladık. Bazı Star Wars hayranları dizinin Mandalorian’lar ile ilgili olmasından dolayı daha da heyecanlıydılar. Yalnız diziyi Disney yapıyordu ve bu şirket Star Wars konusunda güvenilir olmaktan çoktan çıkmıştı. Buna rağmen işin içinde Jon Favreau (Elf, Iron Man, The Jungle Book) ve yılların Star Wars emektarı Dave Filoni (Avatar: The Last Airbender, The Clone Wars, Rebels)’nin olması içimizdeki umudu yeşertiyordu. Dizinin fragmanını izledikten sonra ise bu umut güçlenerek büyüdü.
12 Kasım 2019’da Disney+‘ta yayınlanan ilk bölümle beraber Favreau ve Filoni’ye güvenmekte ne kadar haklı olduğumuzu anladık. Güzel bir ilk bölüm ardından küçük endişelerimiz de kayboldu. Her hafta yeni bölümünü iple çektiğimiz The Mandalorian kaliteli çizgisini sekiz bölüm boyunca korudu. Küçük küçük inişler çıkışlar olsa da, dizi başladığı gibi güzel bir sezon finaliyle bitti. Bize de yeni sezon için -bir değişiklik olmazsa- Ekimi beklemek kaldı.
Hayranlar Mutlu
Son yıllarda Star Wars konuşulan her yerde sequel filmleri gömenlerle ölümüne savunanların arasındaki tartışmalardan başka bir şey göremez olmuştuk. The Mandalorian uzun zamandır ilk defa hayranların çoğunun sevdiği ve onları en çok tatmin eden Star Wars işi oldu. Herkes tekrar Star Wars ve o evrenin güzel taraflarını konuşmaya başladı.
Sequellerin seveni de nefret edeni de çok. Solo‘nun kötü bir film olmadığını ve devamının gelmesi gerektiğini savunanlar olmasına rağmen gişede battı. Orijinal üçlemeye en yakın görülen Rogue One da bir kesim tarafından çokça eleştirildi. The Mandalorian gibi hayranların büyük çoğunluğunun beğenisini kazanan son yapım sanırım The Clone Wars serisiydi. Hatta bu büyük güç dizinin dirilmesini sağladı. Ama The Clone Wars’ın bile ilk başta kendini kanıtlaması gerekmişti. The Mandalorian ise daha ilk bölümden bu güveni kazandı.
Yazının bundan sonrası The Mandalorian ile ilgili SPOILER içerir!
Yeni Bir Umut
İsimsiz bir kelle avcısı olan Mandalorian, İmparatorluğun kalıntılarından oluşan bir grubun verdiği görevi alır. Bu görev elli yaşında olduğu söylenen bir hedefi onlara geri getirmektir. Yolculuğunun sonunda hedefi bulur ve onun bilmediği ırktan bir bebek olduğunu görür. Geri dönüş yolunda mucizevi şekilde hayatını kurtaran bebekle bağ kuran Mandalorian, onu İmparatorluğun kalıntılarına vermek istemez. Sonunda onlarla yüzleşerek onları alt eder ve bebeğin gizemini araştırmak için yeni bir yolculuğa çıkar.
İlk sezon kabaca böyle. Bu inanılmaz orijinal bir hikayeye, muhteşem repliklere, aşırı derin karakterlere sahip bir dizi değil. Basit hikayesini güzel anlatan, köklerine bağlı, Star Wars evreniyle tutarlı, kendi içinde tutarlı, eğlenceli karakterleri olan, görsel efektleri ve müzikleri harika olan bir Star Wars dizisi The Mandalorian. Western ve Uzakdoğu sinemasının Star Wars üzerinde etkileri malum. Karakterlerinden mekanlarına, kamera açılarından müziklerine kadar Spaghetti Western kafasıyla yapılmış bir iş bu. Star Wars evrenini bilmeyen veya onunla pek haşır neşir olmamış kişilere basit ve düz bir dizi gelecektir. The Mandalorian Star Wars evreni içinde var olarak ve sırtını o mirasa dayayarak kaliteli bir dizi haline geliyor. Bu yüzden yılların Star Wars hayranları veya kıyısından köşesinden bu evrene bulamış olan kişiler için dizi daha fazla anlam ifade ediyor.
Aradığımız Star Wars Tadı
Serinin dev bütçeli ve her türlü imkanı olan filmleri bir sürü eleştiri alırken, bu basit dizi bütün ilgiyi ve övgüyü topluyor. Kilit noktalarından biri de bu basitliği zaten. Özünü aldığı Western sinemasının sadeliği ve basit hikaye anlatıcılığı ile de başarılı oluyor dizi. Bir Star Wars yapımının güzel olması için illaki daha önceki filmlerde gördüğümüz şeylerin tekrarının ve daha büyüğünün olması gerekmez. “Daha güçlü Jedi koyalım, Death Star’ın büyüğünü koyalım, Darth Vader’in gemisinden de büyük gemi koyalım, ucu bucağı gözükmeyen gemi filosu koyalım, yetmez hepsinin altına da portatif gezegen katili silah koyalım” ucuzluklarıyla olmuyor. Veya inanılmaz bir hikaye anlatacağım diye Star Wars evreninin temel taşlarıyla oynamaya da gerek yok. Dizi gözünü büyük olaylara dikmiyor. Galaksinin geri kalanında neler olduğuyla ilgilenmiyor. Kahramanımız gibi kendi yolundan ilerliyor. İyi de yapıyor. Yeni bir hikaye anlatırken köklerine de sadık kalıyor.
Pedro Pascal ve Dublörleri
Pedro Pascal (Game of Thrones, Narcos)’ın oynadığı Mandalorian, Mando veya gerçek adıyla Din Djarin dizinin kahramanı. Hikayeyi onun vizöründen görüyoruz. O ve bebek Yoda dizinin merkeziyken etrafındaki diğer karakterler sürekli değişiyor. Sıkça söylenen şeylerden biri Pedro Pascal’ın dizinin her bölümünde oynamadığı, bazı bölümlerde sadece seslendirme yaptığıydı. Onun olmadığı bölümlerde Western efsanesi John Wayne’nin torunu Brendan Wayne ya da Lateef Crowder isminde iki dublöründen biri oynuyormuş. Dublör olayı karakterin yüzünü görmediğimiz için pek umurumda olmadı açıkçası. Bu yüzden seslendirme kısmı benim için daha önemliydi ki Pedro Pascal bunu gerçekten çok iyi yapmış. Genel olarak ortaya çıkan karakteri sevdim.
Boba Fett’in Mirası
İlk kez o zırhla görünen kişi olarak Mandalorianların kökeni sayılan karakter Boba Fett. The Man With No Name (İsimsiz Adam) üçlemesindeki Clint Eastwood‘un oynadığı karakterden tasarlanan Boba Fett’in öğretilerini benimsediği Mandalorianlarla ve o öğretileri benimsemiş başka bir karakterle ilgili dizinin tarzının Western olması inanılmaz güzel oturuyor. The Empire Strikes Back ve Return of the Jedi filmlerinde Boba Fett’i oynayan Jeremy Bulloch‘da 1998 yılında tek sayı olarak yayınlanan Star Wars: Boba Fett dergisine verdiği röportajda şöyle diyor:
“I always thought of him as Clint Eastwood in A Fistful of Dollars. That was my model. Boba Fett always cradles his gun just so. You do those little things to give the character dimension, and you just hope people notice. (Onu her zaman Bir Avuç Dolar’daki Clint Eastwood olarak düşünmüştüm. O benim modelimdi. Boba Fett silahını hep dikkatli bir şekilde tutar. Karaktere boyut vermek için böyle küçük şeyler yaparsın ve insanların fark etmesini umarsın.)”
Star Wars’ın Clint Eastwood’u
Jeremy Bulloch Star Wars’ın resmi dergisi olan Star Wars Insider‘in 2000 yılında yayınlanan 49. sayısındaki röportajında da şunları söylüyor:
“Occasionally, I would make a movement, but a little one, because the less you do, the stronger the character is. So I would just stand with my hip one way, and I’d cradle the gun a certain way. He’s aware that something could happen any time, so he’s quick with the gun. It’s ready cocked. He knows exactly what’s going on behind him. He may be moving slowly, but he’s deadly when it comes to that sudden movement. (Bazen küçük bir hareket yaparım, çünkü ne kadar azını yaparsan karakter o kadar güçlenir. Bundan dolayı silahımı belli bir şekilde tutarak dururum. O her zaman bir şeyler olabileceğinin farkındadır, bu yüzden silahla hızlıdır. Her zaman ateş etmeye hazır. Arkasında kesinlikle neler olduğunu bilir. Yavaş hareket ediyor olabilir, ama o ani bir hareketlenmede ölümcüldür.)”
“I think the secret to playing Boba Fett – if you can say I played (him) – is the less you do, the better. There is no point in Boba Fett waving his gun around and saying, “look at me.” He was very cool, and he didn’t move much. I always thought of Boba Fett as Clint Eastwood in a suit of armor. (Boba Fett oynamanın sırrının -onu oynadığımı söyleyebilirsen- ne kadar az hareket edersen o kadar iyi olması olduğunu düşünüyorum. Boba Fett’i oynarken silahını etrafa sallamanın ve “Bana bak.” demenin bir anlamı yok. O çok cooldu ve fazla hareket etmezdi. Boba Fett’i her zaman bir zırh içindeki Clint Eastwood olarak düşündüm.)”
Kökene olan bu benzerlikler hem kahramanımıza hem de Mandalorianlara karakter katıyor. Çok konuşmayan, az ve küçük hareketler yapan, sürekli tetikte, her an ateş etmeye hazır bir tip Mandalorian. Tıpkı Jeremy Bulloch’un Boba Fett tasviri gibi.